İran’la varılan “nükleer takas” anlaşmasının ardından Türk liderlerinin yaptığı konuşmalar, Türk dış politikasında çok önemli yeni bir yönelişin işaretlerini veriyor.
Bu yöneliş, Batı’nın temel stratejilerinden ayrılma pahasına, daha bağımsız ve kendine özgü bir politika istikametindedir.
Hedef, Türkiye’nin uluslararası platformda yeni bir güç olarak yükselmesini sağlamak, özellikle Ortadoğu’yu, Balkanlar’ı ve Kafkasya’yı kapsayan geniş bölgede “yeni bir düzen”in kurulmasına önayak olmaktır.
Türk dış politikasındaki bu yeni gelişmeyi, bir ara çok tartışılan “eksen kayması” konusu çerçevesinde değerlendirirsek, Ankara’nın şimdi kendisini bir “merkez” saydığı, yani daha uzun vadede bizzat yeni bir eksen kurmayı amaçladığı sonucunu çıkarabiliriz.
Her konuda söz sahibi
Bu yeni anlayışın ve yönelişin unsurlarını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen cuma günü “Forum İstanbul 2010” konferansında yaptığı konuşmada görmek mümkün.
Davutoğlu’nun (her nedense basınımızda pek yer almayan) şu ifadeleri çok anlamlıdır: “Gücümüz yeter veya yetmez, her krizi engellemeye çalışacağız. Barışı tehdit eden her çatışmayı durdurmaya, her çatışma potansiyelini gidermeye çalışacağız. Türkiye’nin bölgesel düzen politikası budur. Bu bölgesel düzen nasıl kurulacaksa biz o şekilde kurmaya gayret edeceğiz... Masaya oturulacaksa, masaya oturanlar, kuranlar arasında yer alacağız. Masaya ilişenler arasında olmayacağız. Bunu bugün daha bir özgüvenle söylemek ihtiyacıyla karşı karşıyayız...”
Şu anda yaşanmakta olan küresel düzen sorununun çözümü çabalarında da Ankara’nın bir “merkez” olmayı hedeflediği mesajını veren Davutoğlu, Türk diplomasisinin “tüm krizleri çözme noktasında yetki sahibi” olduğunu, Gürcistan krizi sırasındaki çabalarını örnek göstererek vurguladı...
İddialı misyonlarAnkara’nın “yeni bir dünya düzeni”nin kurulması sürecinde bir aktör olarak öne çıkmak hedefi, son zamanlarda üstlendiği çeşitli misyonlarla da kendini belli ediyor. Bunun son örneklerinden biri de (İran’la anlaşmadan sonra) Somali sorununun çözümü için devreye girmesidir.
Türkiye bu kadar iddialı misyonları yerine getirebilecek durumda mı? Bunun için gerekli alt yapıya sahip midir? Daha önemlisi, gerçek manada buna gücü yeter mi?
Bu tartışılabilir. İktidarın dış politikasının mimarı olan Davutoğlu dahi, son konuşmasında yeni stratejinin hedef ve boyutlarını ortaya koyarken, bizzat “Gücümüz yeter veya yetmez” demeyi tercih etmiştir.
Ancak bu aşamada özellikle Tahran Mutabakatı’nın ardından, Türk dış politikasının bütün dünyada ve özellikle Batı’da çok ilgi çeken ve çok konuşulan bir konu haline geldiği bir gerçek.
Türkiye artık “Financial Times”in deyişiyle “dünya meselelerinde yükselen bir güç” veya “Guardian”ın ifadesiyle “Birinci Lig’e çıkan” bir ülke olarak görülüyor...
Geleceğin habercisi
Bu konuda ABD’nin önde gelen Türkiye uzmanlarından Ian Lesser’in “German Marshall Fund” sitesinde yayımlanan bir makalesi, şu ilginç analizi sunuyor: “Yeni Türk dış politikasının dili, Hindistan, Güney Afrika, Meksika, Çin, Endonezya ve tabii Brezilya’nınkini andırıyor. Bu yeni tutum önümüzdeki yıllarda Türk dış politikasının en önemli boyutunu oluşturabilir... Türkiye gibi ülkelerin kendilerini stratejik meselelerin ortasına atmaları, gelecekte olacakların habercisidir... Son gelişmeler uluslararası sistemin evrimi ve Türkiye gibi devletlerin artan rolü hakkında çok şey anlatıyor.”
Türk dış politikasındaki yeni vizyon ve hedefleri değerlendirmeye devam edeceğiz...