Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BAŞBAKAN Erbakan dün kararını açıkladı: AB Dönem Başkanı olarak İrlanda Başbakanı'nın 14 Aralık'ta Dublin zirvesi sırasında yaptığı yemekli toplantı davetine katılmayacak.
Erbakan bunun nedenini şöyle açıklıyor: "AB üyeleri kendi aralarında konuşacaklar; bu toplantılarda Türkiye bulunmayacak. Sonra Türkiye Başbakanı'na bir akşam yemeği verilecek... Bu yanlış bir davranış. Kendilerini ikaz için bu davete icabet etmeyeceğiz"...
Bizce bu yanlış bir karar.
Bir kere, AB zirvesine, ismi üstünde, AB'ye dahil olan ülkelerin liderleri katılıyor. Türkiye üye değil... Zirve sırasında, aday statüsünde olan Doğu Avrupa ülkeleri ile bir toplantı yapılıyor. Türkiye bu statüde de değil...
Türkiye için uygulanan sistem, zirve sırasında bir akşam yemeği düzenleyip, AB'nin önde gelen liderlerini, Türk Başbakanı'nı dinlemek ve onunla ortak sorunları görüşmek fırsatını vermektir. Bu sistem Madrid zirvesinde Çiller, Floransa zirvesinde de Yılmaz başbakan iken uygulandı.
Geçen hafta yazdığımız gibi, bu kez AB liderleri Dublin zirvesinde Başbakan Erbakan'ı dinlemeyi çok arzu ediyordu. Çünkü bu, Refah Genel Başkanı'nın Avrupa platformuna ilk çıkışı, Avrupa liderleri ile de başbakan olarak ilk teması olacaktı.
Bu, Erbakan'a dün kısaca kendi grubunda söylediklerini - ve daha birçok konulardaki düşüncelerini - açıkça ortaya koymasına ve Avrupalıların kafasındaki kuşkuları gidermesine de yardımcı olacaktı. Davete "icabet etmemek"le bu fırsat kaçmış oluyor...
Kaldı ki, Erbakan eğer böyle bir devleti Türkiye için bir zul kabul ediyorsa, neden Dublin'e başbakan yardımcısını gönderiyor? O zaman daveti Türkiye adına "külliyen" reddetseydi, belki sözünü ettiği "ikaz"ı tam yapmış olurdu.
Şimdi AB liderleri, saygınlığı o çevrelerde ciddi şekilde sarsılan Tansu Hanım ile karşı karşıya kalacaklar...

KARAKIŞ, yoğun kar, dondurucu soğuk, Belgrad'da kadın, erkek, genç veya yaşlı, onbinlerce kişinin sokaklara dökülüp Slobodan Miloseviç yönetimini protesto etmesine mani olmuyor. Göstericiler, kızgınlıklarını bazı resmi binalara - ve bu arada "Slobo"nun borazanlığını yapan yayın organlarına - yumurta fırlatmakla sergiliyorlar.
Yumurta, Miloseviç'in "kokuşmuş" rejiminin sembolü olarak kullanılıyor.
Göstericilerin başını çekenler, bu harekete şimdiden "yumurtalı devrim" adını takmışlar.
Günlerdenberi Belgrad başta olmak üzere Sırbistan'ın büyük kentlerinde cereyan eden direnişin, sonunda Miloseviç iktidarını alaşağı edecek bir "devrim"e dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirmek şu anda çok güç. Telefonla görüştüğümüz Belgrad'daki bir diplomat, "bu kritik durumun nasıl biteceğini, kestirmek olanaksız" diyor. "Bunu Miloseviç de, muhalefet de, sokaklara dökülenler de bugünden tahmin edemez"...
* * *
SON iki hafta içinde Sırbistan'da giderek tırmanan bu direniş hareketi, olaysız gerçekleşti; ama Miloseviç yönetiminin şimdi göstericileri dağıtma konusundaki kararı, bu "barışçı" havayı bozabilir.
Zaten olay, seçim sonucunun iptalinin yol açtığı protestolardan, rejime karşı organize bir hareket şeklini almış bulunuyor. Konu artık Miloseviç'in Sosyalist Partisi'nin belediye seçimlerini kaybetmesinden sonra, sonucun iptal edilmesinden ve muhalefetin katılmadığı ikinci bir seçimle yeniden iş başına geçmesinden ibaret değildir. Gösterilerin hedefi de sadece bu davranışa karşı çıkmak ve onun düzeltilmesini istemek değildir. "Sajedno" (Birlikte) adı altında biraraya gelen muhalefet güçleri, diktatörce davranmakla ve ülkeyi felakete sürüklemekle suçladığı Miloseviç'in istifasını istiyor. Özellikle Bosna politikasının yol açtığı ekonomik sorunların yükü altında ezilen Sırp halkının büyük kesimi de bugün böyle bir değişikliğin lehinde.
Yüzbinlerce kişinin, dondurucu soğukta ve kar altında, günlerden beri rejime karşı gösterilere katılması da, bunu açıkça gösteriyor.
Bunun tarihe gerçekten "yumurtalı devrim" olarak geçip geçmeyeceğini ise, önümüzdeki günlerde olayların alacağı seyir belirleyecektir...