Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye ve Suriye liderleri iki ülke arasında stratejik ortaklıktan ve ekonomik entegrasyondan söz ediyordu... Siyasi bağlar iki tarafın Bakanlar Kurulu’nun ortak toplantılar düzenlemesi noktasına ulaşmıştı. Hatta “iki hükümet, tek ülke”den bahsedenler vardı... Bu yakınlık, halklar arasında vizesiz karşılıklı ziyaretlerden, serbest ticarete kadar pek çok alanı kapsıyordu...
Şimdiki manzaraya bakın: Liderler arasındaki o sempati ve yakınlığın yerini, güvensizlik ve öfke aldı... Siyasi, ekonomik, sosyal bağlar koptu veya askıya alındı...
Ankara şimdi Suriye’ye karşı ekonomik ve askeri yaptırımlar uyguluyor, Şam da buna misillemede bulunarak serbest ticaret anlaşmasını rafa kaldırıyor... Türkiye Suriyeli muhaliflere arka çıkarken, Esad yönetimi de askeri tatbikat gösterileriyle Ankara’ya göz dağı vermeye çalışıyor...
Gerçi Türk Hükümeti, aldığı bu tavrın “Suriye halkına değil, sadece Esad rejimine karşı” olduğunu sık sık belirtiyor; ama sonuçta halen iki ülke birbirine düşman durumuna düşmüş bulunuyor.

Prensip meselesi
Türk hükümeti daha baştan Esad’a karşı kesin bir tavır benimsemekle, bir risk almıştır. Nitekim bunu üst düzey yetkililer de kabul ediyor.
Ama Ankara Arap Baharı sonrasında bölge ile ilgili bir prensip kararı almak ve ona göre bir tavır sergilemek ihtiyacını duydu. Bu prensip de, basit ifadesiyle “halktan yana, diktatörlere karşı” olmaktır.
Kuşkusuz Türk hükümeti diğer Arap ülkeler için olduğu gibi Suriye konusunda da bu “ilkesel duruş”unu ortaya koyarken, kendi çıkarlarını ve bölgede etkin (belki de en etkin) aktör olmak istediğini de göz ardı etmemiştir...
Bu risk alınmaya değer miydi? Bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak Ankara, Suriye’de sokak gösterileri başladığı anda, daha fazla zaman kaybetmeden -Mısır ve Libya olaylarında olduğu gibi- “halktan yana” tavrını açıkça gösterdi. Türk liderler bunu Beşar Esad’a da açıkça söylemekten ve kendisine tavsiyelerde bulunmaktan çekinmediler.
Ama ne yazık ki Esad bunları dikkate almadı, dışarıda oyalama taktiklerine başvururken, içerde de baskılarını, saldırılarını sürdürdü. Ve iş nihayet bugünkü noktaya geldi.
Türk diplomasisi bu tutumu benimserken, Suriye konusunda bir “yüksek risk” aldığını da herhalde hesaba katmıştır. Bu riski, Esad rejiminin iktidarda tutunma savaşını daha uzun süre verebileceği ve bu süreçte de Türk-Suriye ilişkilerindeki gerilimin daha da tırmanması, hatta sürtüşme noktasına gelebileceğidir.

Risk hesabı
Genelde uzun vadeli kazanç için kısa vadeli risk almak, ticarette olduğu gibi diplomaside de başvurulan bir yöntemdir.
Ankara Esad’ın devrilmesi olasılığına dayalı hesabında, böyle bir risk almıştır. Gerçekten Şam diktatörünün iktidardan uzaklaşması ve (Türkiye’deki toplantılarda örgütlenen) muhaliflerin işbaşına geçmesi gerçekleştiği gün, Türkiye kazançlı çıkma şansına sahiptir.
Mesele kısa vadenin ne kadar kısa olacağıdır. Bunun süresini kestirmek zor. Esad, iktidarını sürdürmek konusunda kararlı. Bunun için kimsenin gözünün yaşına da bakmıyor. Bu politikayı sürdürürken de dış destek için İran ve Rusya’ya güveniyor
Gerçi Esad’ın etrafındaki kıskaç her gün daha da daralıyor ve durumu zorlaşıyor. Ama o da zamana oynamayı tercih ediyor.
Esad yönetiminin Arap Birliği’nin sunduğu “barış planı”na önceki gün verdiği şartlı yanıt da bunu gösteriyor. Artık Arap Birliği dahi bu gibi taktikleri yutmuyor.