Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kıbrıs harekâtının 36. yıldönümü töreninde konuşan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek, Kıbrıs Rumlarına ve uluslararası camiaya iki önemli mesaj verdi.
Birinci mesajın adresi Kıbrıs Rum yönetimi. Çiçek iki yıldan beri süren doğrudan müzakereler için bir zaman limiti koydu ve “yılsonuna kadar anlaşma olmazsa, herkes kendi yoluna devam eder” diye konuştu.
İkinci mesajın adresi ise AB. Birliğin Kıbrıs meselesindeki tutumundan şikâyet eden Çiçek, Türkiye’nin üyeliği için Kıbrıs koşulunu ortaya koyanlara seslendi ve AB ile Kıbrıs arasında bir seçim yapmak gerekire “tercih Kıbrıs olacak” dedi...
Ankara’nın ve KKTC yönetiminin her iki konuda da görüşlerinin bir süreden beri bu doğrultuda olduğu biliniyor. Ancak Cemil Çiçek’in iki mesajını da gayet kesin bir ifadeyle -hem de Rumların bir “kara gün” saydıkları Türk askeri harekâtının yıldönümünde- vermesi, anlamlı ve düşündürücüdür...
Yılsonuna kadar anlaşma olmazsa “herkes kendi yoluna devam eder” ifadesinden anlaşılan şey, o takdirde Türk tarafının artık masadan kalkacağıdır.
Bu aynı zamanda, Ankara’nın da artık anlaşma sağlanamazsa “iki devlet” opsiyonunu benimseyeceğini de ortaya koyuyor.
Yani bu takdirde KKTC’nin ayrı bir devlet olarak varlığını sürdürmesine ve egemenliğinin de tanınmasına çalışılacak...

Kritik dönem
Bakan Çiçek’in sözünü ettiği AB’ye karşı Kıbrıs tercihi için de kritik tarih, yılsonuna rastlıyor. AB geçen aralıkta, Türkiye’ye limanlarını Kıbrıs Rumlarına açması için verilen süreyi, bu yılın sonuna kadar uzatmıştı. Bu talebi karşılanmazsa Türkiye ile üyelik müzakereleri askıya alınabilir. Ankara KKTC’nin izolasyonu kalkmadan bu şartı yerine getirmeye niyetli değil.
Velhasıl, gerek Kıbrıs müzakereleri, gerekse Kıbrıs’la ilintili olarak AB ile ilişkiler açısından, bu yılsonu, Türk diplomasisi için son derece sıkıntılı ve kritik bir dönem olacak. Eğer Ankara, Çiçek’in dediği gibi Kıbrıs’ta yoluna devam seçeneğine başvurursa ve AB ile Kıbrıs arasındaki tercihini birliğin aleyhinde kullanırsa, bu gerçekten Türk dış politikasında köklü bir yön değişikliğinin işaretini verecektir.
Kuşkusuz Ankara’nın ve Kıbrıs Türklerinin “artık ne olacaksa olsun” dedirten bir noktaya gelmesi, ortaklığa dayalı bir “birleşme” umudunun tükenmesinden kaynaklanıyor. 1974’ten bu yana çözüm için ortaya atılan formüllerin, yapılan müzakerelerin haddi hesabı yok. Son dönemde Hristofyas ile devam eden görüşmelerden de açıkçası bir sonuç beklenmiyor...

Yeni sıkıntılar
Son zamanlarda KKTC varlığını pekiştirdi, Türkiye de bölgesel bir aktör olarak etkinliğini arttırdı... Gelinen noktada şimdi Ankara, Eroğlu gibi Rumlara “ya anlaşırsınız ya da biz yolumuza devam ederiz” diyebiliyor.
Kuşkusuz bu sözler kulağa hoş geliyor, ama Kıbrıs sorununun bu şekilde kesin çözüme kavuşacağı anlamına gelmez. Olsa olsa sorun farklı bir nitelik alacak, özellikle Türk diplomasisi için yeni sıkıntılar yaratacaktır.
Türk tarafının kendi yoluna başarılı şekilde devam etmesi, KKTC halkının bugünkünden daha iyi yaşam koşullarına kavuşması, bunun için de dış dünya ile entegre olması sayesinde mümkün. Oysa KKTC’nin esas önemli ülkelerce tanınması, izolasyonların kalkması, Rum tarafının da buna karşı faaliyetinin önlenmesi, hiç de kolay gerçekleşecek işler değil.
Dolayısıyla bu yolun zorluklarını, risklerini de iyi hesaplamak lazım...