Bu müzakerelerin -ve Türkiye-AB ilişkilerinin- kaderini, 25 Ağustos'ta büyükelçiler, 1 Eylül'de de dışişleri bakanları düzeyinde yapılacak iki önemli toplantı tayin edecek.Şimdiden sonucu kestirmek olanaksız; ama iki ihtimal var: "Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımadan müzakereler başlayamaz" diyen Fransa, Kıbrıs Rum yönetimi ve diğer birkaç üye ülke, tavırlarını değiştirirler, bu şarttan vazgeçerler (iyimser senaryo)... Veya bu ülkeler pozisyonlarında ısrar ederler, vetolarını kullanmayı göze alırlar (kötümser senaryo)...***Birinci şık gerçekleşirse, mesele yok; müzakereler zamanında - 3 Ekim'de - başlar. Fransa "ve şürekâsı" bu esnekliği ve olgunluğu gösterir mi? Bunu şu anda bilemiyoruz. Ama ikinci şıkkın gerçekleşmesi halinde, neler olabileceğini kestirebiliyoruz.Gerçekten sözünü ettiğimiz iki toplantıda "Kıbrıs'ı tanıma" önşartı koşulursa ve bu AB'nin resmi tavrı olarak sürdürülürse, Türkiye 3 Ekim'de müzakerelere oturmayacaktır. (Hatta bir "erteleme" veya "süreci dondurma" gibi bir formül söz konusu olursa, bunu da kabul etmeyecektir)...Hükümet bu konuda kesin kararlı görünüyor. Prensip yönünden AB'nin daha önce açıkça dile getirdiği bu taahhüdü bozmaya veya sulandırmaya kalkışması, Türkiye'de AB'ye zaten erozyona uğrayan güveni büsbütün sarsacak, sabrı tüketecektir. Kaldı ki AB dönem başkanı İngiltere, AB Komisyonu, Alman hükümeti ve diğer bazı üye ülkeler, Türkiye'ye böyle bir önşart koşulamayacağını beyan ediyorlar.Siyasi yönden de bugünkü hükümetin, gerçekten AB ile bütünleşmeye verdiği öneme ve önceliğe karşın, Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili böyle bir baskı altında tutulmasına razı olması mümkün değil. Ankara'da hiç kimse böyle bir muameleye boyun eğemez.***Kıbrıs Rum yönetiminin veto tehdidini de kullanarak kendi oyununu sürdürmek istemesnie diyecek yok. Gerçi Papadopoulos da, bu işin kopma noktasına gelmesi, yani Türkiye'nin "artık bizi bıktırdınız, yeter" deyip müzakerelerden (ve üyelik talebinden) vazgeçmesi halinde, bunun Kıbrıs Rumlarının aleyhine olacağını biliyor olmalı. Bilmiyorsa veya bunu tahmin edemiyorsa, zaten ciddi bir hesap yanlışı yapıyor demektir...Ama Fransa'nın (hem de hükümet olarak) Kıbrıs Rumlarından yana bir çıkış yapmasına bir anlam vermek çok zor. Başbakan De Villepin'in açıklamasının iç politika nedenleri olabilir; bu tavır Paris'in AB'de etkinliğini pekiştirme çabaları ile ilgili de görülebilir. Sebebi ne olursa olsun, Fransa'nın bu çıkışı rasyonel olmadığı gibi, kimse için de yararlı değil. Üstelik yıllar boyunca Kıbrıs işine uzaktan bakan Fransa'nın şimdi bu konuya ilgisinin kabarması da, tuhaf görünmüyor mu?***Ama asıl önemli olan Fransa'nın böyle bir "davanın bayraktarlığı"nı üstlenmekle, çok tehlikeli sonuçlar yaratacak bir ortam oluşturmasıdır.Fransız hükümeti Kıbrıs şartı nedeni ile Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasının, gerçekten Türkiye-AB ilişkilerini koparabileceğini anlamalı, Ankara'daki havayı iyi koklamalıdır... Bunun hem ikili ilişkiler, hem bölgesel stratejik çıkarlar açısından nelere yol açacağını tahmin etmek Fransız diplomasisi için herhalde zor olmasa gerek...Ayrıca Fransa "ve şürekâsı"nın bu tavrının AB'yi de derinden bölen bir krize sürükleyeceği açık. AB'de bunu öngörenlerin, görmeyenlere zamanında hatırlatması iyi olur... skohen@milliyet.com.tr Türkiye'nin ek protokolü imzalamasının ardından, ilgili tarafların pozisyonlarını ortaya koyması ile, üyelik müzakerelerinin başlayıp başlayamayacağı konusu, belirsizliğe büründü.