Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran’la imzalanan nükleer anlaşma, hiç beklenmedik şekilde Türkiye ile ABD arasında bir anlaşmazlık havası yaratmış görünüyor.
Gerçi Başbakan Erdoğan’ın Başkan Obama ile son görüşmesiyle ilgili açıklamalar, bu aşamada anlaşmazlığın o kadar derin olmadığı mesajını veriyor. Obama Türkiye’nin çabalarını takdir ediyor; ancak yaptırımlarla ilgili stratejisini sürdürme kararlılığını da koruyor.
Oysa Türkiye’nin İran’a karşı yaptırım uygulamasına karşı olduğu ve hele Tahran’da varılan mutabakattan sonra buna hiç gerek görmediği de biliniyor.
Dolayısıyla İran’la uranyum takası yüzünden ABD ile makasın açılması tehlikesi var.
Bu neden öyle oldu?
Tahran Deklarasyonu’nun imzalanmasıyla sonuçlanan müzakere sürecinde, Ankara ile Washington ve diğer ilgili başkentler arasındaki iletişimde bir yetersizlik mi oldu?
Hayır. Görüştüğümüz Türk diplomatlar, bilgi akışında herhangi bir aksama olmadığını, bu arada ABD’nin olup bitenlerden haberdar edildiğini söylediler... Yetkili bir Batılı kaynak da şöyle konuştu: “Türkiye’nin çabalarından haberdardık, Türkiye de bizlerin ne istediğimizi ve ne beklediğimizi pekâlâ biliyordu.”

Sürpriz üzerine sürpriz!
Eğer bir iletişim sorunu yok idiyse, Tahran Deklarasyonu’ndan bir gün sonra, neden Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin (Rusya ve Çin dahil) Konsey’e sunulacak yaptırım tasarısı üzerinde mutabık kaldıkları ilan edildi?
Bu sürpriz gelişme, ABD başta olmak üzere bu beş ülkenin Tahran’da varılan mutabakatı yeterli bulmadıkları ve her şeye rağmen kendi inisiyatiflerini sürdürecekleri anlamına gelmiyor mu?
Anlaşılan Beş Büyükler, İran’ın böyle bir belgeye imzasını atacağına hiç ihtimal vermemişti. Bunun gerçekten bir sürpriz olduğunu şimdi Amerikalılar kadar Ruslar da kabul ediyorlar.
Ne var ki, Tahran’da varılan anlaşma özellikle Washington’da yeterli sayılmadı. Nitekim yapılan resmi açıklamalara göre, ABD’nin üzerinde durduğu iki şart var: Birincisi, İran’ın (takas edeceği 1200 kilogram uranyumun dışında) kendi topraklarında yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirme işlemine hemen son vermesi... İkincisi de, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya (yani P5+1 grubu) ve ayrıca Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ile görüşüp anlaşması...
Beş Büyükler’in yaptırım taslağı üzerinde mutabık kalıp bu öneriyi Güvenlik Konseyi’ne götürmeye karar vermeleri için gösterilen gerekçe işte budur. Eğer İran bu şartları yerine getirmeyi kabul ederse, ne âlâ. Yoksa, beş daimi üye, bu yaptırım kararını Güvenlik Konseyi’nden geçirmeye çalışacak.
Peki, bu arada İran Tahran Deklarasyonu’nun öngördüğü takas işini kabul eder ve resmen uygulamayı taahhüt ederse, bu yaptırım tasarısı ne olacak? Bunun askıya alınması söz konusu olur mu?

İki ayrı yol
Bir Batılı diplomatın deyişiyle, “önümüzde iki ayrı yol var.” Biri Tahran Deklarasyonu’nun öngördüğü takas. Diğeri ise, yaptırımlar. İran diğer şartları yerine getirmediği ve uluslararası toplulukla işbirliği yapmadıkça, ikinci yol ilerleyecektir... Şimdi her iki yolun birlikte ilerlemesini isteyip istemediğini göstermek İran’a düşüyor...”
Tahran mutabakatına göre İran’ın önümüzdeki pazar gününe kadar, İAEA’ye resmen yazılı olarak başvurması ve anlaşmanın detaylarını görüşmesi gerekiyor. Bu ABD’nin istediği gibi daha kapsamlı müzakerelerin başlangıcı olabilir mi?
Eğer bu olmayacaksa, bütün işaretler, yaptırım tasarısının mutlaka Güvenlik Konseyi’ne geleceğini gösteriyor. Bu da, takas anlaşması yürürlüğe girsin veya girmesin, Türkiye’yi çok zor duruma düşürecektir.