Sami KOHEN
OLAY medyada ya pas geçildi, ya da yanlış aksetti.
Uluslararası Denizcilik Örgütü İMO'nun Londra'daki toplantısında Boğazların statüsü görüşüldü, Rusya 1994'te Türkiye'nin uygulamaya koyduğu tüzüğe karşı çıkan, suçlayıcı ifadeler taşıyan ve Montreux sözleşmesine uygun olarak trafiğin hızlandırılmasını isteyen bir tasarı sundu.
Ancak Türk delegasyonunun girişimi sonunda Ruslar bu taslağı geri almak zorunda kaldılar. 136 ülkenin katıldığı konferansta ABD'nin Türkiye ile birlikte hazırladığı tasarı kabul edildi. Bu karar, Türkiye'nin yaptığı açıklamaları not ediyor ve sorunun Ankara ile ilgili taraflar arasında işbirliği ile çözülmesi ilkesini benimsiyor.
Türk tarafının konferansta anlatmaya çalıştığı şey şu idi: Tüzük, Montreux sözleşmesini ihlal etmiyor, sadece yılda 50 bin geminin geçişinin yarattığı güvenlik ve çevre sorunlarını önlemeye yönelik düzenlemeler getiriyor. Türkiye, ifade edilen şikayetleri dikkate almaya, tüzükte gereken düzeltmeleri yapmaya hazırdır.
* * *
LONDRA'daki toplantıda genel hava Türkiye'nin lehinde idi. Rus tasarısının destek görmemesi de bunu gösteriyor. Benimsenen karar, Türkiye'nin tüzükte yeni bazı düzenlemeler yapmasını gerektiriyor. Ankara bunu zaten yapmaya hazır. Dışişleri'nde ve Denizcilik İşletmeleri'nde gereken çalışmalar yapılıyor.
Doğrusu da budur. Rusya'nın ve diğer sahildar ülkelerin şikayetlerine mahal bırakmamak gerek. Durup dururken "Pandora'nın kutusunu" açmaya gerek yok...
Son - ilginç -
bir nokta: Konferansta Rus taslağına en büyük destek kimden geldi dersiniz? Yunanistan'dan! Ama Rusya, tasarısını geri çekince Yunan desteği de havada kaldı...
LONDRA'daki Türk Büyükelçisi Özdem Sanberk'in düzenlediği Kıbrıs'la ilgili konferanstan çıkan mesaj özetle şu: Hukuki bakımdan (mevcut anlaşmalar nedeni ile) AB'nin Kıbrıs Rum yönetimine üyelik süreci için yeşil ışık yakması doğru olmayabilir. Ama AB bu kararı aldı ve Aralık zirvesinde bu kesinleşecek. Türkiye'nin buna karşı çıkması, hem Kıbrıs'ta, hem Türkiye - AB ilişkilerinde kriz yaratır. En iyisi Kıbrıs'ta çözüm çabalarını hızlandırmak ve Kıbrıs Türklerinin de AB'ye girmesini sağlamak. Bu aynı zamanda Türkiye için AB yolunu da açmış olur...
Konferansa katılan uluslararası şöhrete sahip hukuk uzmanları Türk tezinin ağırlığını kabul ettiler.
Yani "anlaşmalara göre, adanın sadece güney kısmının üyelik başvurusu geçerli sayılmamalı idi" dediler. KKTC temsilcileri de bu savı başarı ile savundular.
Evet, Türk tarafı için hukuki argüman oldukça kuvvetli. Ama, AB tüm adanın temsilcisi olarak tanıdığı Rum yönetimi ile müzakereleri başlatmaya angaje olmuş artık. Başta İngiltere'nin Kıbrıs temsilcisi Sir David Hanney olmak üzere, İngiliz ve diğer yabancı diplomatların, politikacıların ve analistlerin tavsiyesi, Kıbrıs Türklerinin de bu sürece girmesi ve "buna paralel olarak", çözüm arayışını (yani Kıbrıs görüşmelerini) hızlandırmasıdır. Peki, "paraleller kesişir mi?" Hanney'in esprili yanıtı: Evet, diplomaside olabilir!
* * *
SİR David, AB'nin Kıbrıs'la masaya oturmasının tüm taraflar için "fırsatlar ve riskler" yarattığını söyledi. Yemek molasında sordum: AB'nin tavrının yarattığı tepkilere bakarsak, bugün riskler fırsatları aşmıyor mu? Yanıtı: Hayır.
Fırsatlar gene yüzde 50. Bunları değerlendirmek gerek...
İngiliz temsilcinin konuşması sırasında dile getirdiği önemli bir nokta var:
AB zirvesinde, Kıbrıs'la müzakerelere ilişkin karara bir deklarasyon eklenmesi olasılığı var. Bu beyan, Türk tarafını tatmin edecek biçimde kaleme alınacak ve federal çözüm gerçekleşmeden, adanın üyeliğinin gerçekleşemeyeceği mesajını verecek...
Ortaya atılan görüşler bir yana, Londra Elçiliğimizdeki konferans, yüze yakın kalburüstü Kıbrıs uzmanının Türk görüşünü daha yakından öğrenmesini sağladı. Nitekim bir Kıbrıslı Rum akademisyenin toplantının sonunda bu konferansa davet edilmesinden övgü ile söz etmesi, bu egzersizin yararını ortaya koymuş oldu...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr