AB adaylığının gerçekleşmesini istiyorsak, kararın verileceği Helsinki zirvesine kadar, yani şu iki ay içerisinde, yapmamız - ve de yapmamamız - gereken çok şey var.
Yapılması gereken işlerin başında, üye ülkelerin ve AB'nin bu işte söz sahibi yetkilileri ve kararda etkili olabilecek çevreleri ile yoğun temaslar geliyor.
Hükümet ve Dışişleri bu yönde sıkı bir çalışma başlattı. Bazı özel kurum ve kişiler de devreye girmiş bulunuyor. Örneğin TÜSİAD önümüzdeki hafta özellikle Kuzey Avrupa ülkelerini kapsayan bir turneye çıkıyor. İşadamı Şarık Tara kendi girişimi ile birçok Avrupalı liderlerle görüşüyor. (Geçen gün Stockholm'de İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh ile bir araya geldi).
Bu çabalara aslında siyasi partilerin ve Büyük Millet Meclisi'nin de katılması gerekir. Avrupa Parlamentosu'nda ne yazık ki parlamenterlerimiz - özellikle Strasbourg'daki son toplantı öncesinde - bir faaliyet göstermediler. Aynı şekilde partilerimiz de, Avrupa'da aynı siyasal çizgideki partilerle diyalog kurmadılar.
Meclis'in Dışişleri Komisyonu'nun bu alanda önemli katkıları olabilir. Ne yazık ki, bu Komisyon'dan gereği gibi istifade edilmiyor. Komisyon Başkanı (Kamran İnan) ve birçok üyeleri, AB çevrelerinde tanınıyor.
Bürokratik engellerin aşılarak bu parlamenterlerin hızla devreye sokulması gerekir...
* * *
HELSİNKİ zirvesine kadar olan kısa sürede Türkiye'nin demokratikleşme alanında bazı adımlar atması, ayrıca Kıbrıs görüşmelerinin başlaması yönünde esneklik göstermesi, kuşkusuz olumlu bir etki yapacaktır.
Siyasal reformların hükümetin ve Meclis'in son zamanlarda aldığı kararların - ve yeni çıkan yasaların - ardından devam edeceği sinyalini vermek lazım.
Bu dönemde tepki yaratabilecek beyan ve davranışlardan kaçınmak da, yapıcı çabalar harcamak kadar, önemli.
Bu bağlamda Başbakan Ecevit'in Batı Avrupa'nın ırkçı olduğuna ilişkin beyanı, gerek üslup, gerekse zamanlama açısından, hata olmuştur.
Ecevit, Ankara'da Başkent Üniversitesi'ndeki açılış konuşmasında iki yıl önce Avrupa'da yapılan bir ankete göre Batı Avrupa'nın üçte birinin ırkçı eğilimler taşıdığını söyledikten sonra, "dünya Avrupa'dan ibaret değil; dünyanın her kıtasına açılan güçlü bir Türkiye ortaya çıkmıştır" diye konuşmuştur.
Avrupa'da ırkçı eğilimlerin yayıldığı ve Başbakan'ın belirttiği gibi Avusturya'da da seçimlerde "Nazi yanlısı ırkçı parti"nin ikinci parti konumuna geldiği bir gerçek. Ama bunu tüm Batı Avrupa'yı suçlayan ifadelerle dile getirmek, adaylığın gerçekleşmesi için yoğun çabalar harcanırken, AB'ye meydan okuyan sözler sarfetmek, ne ölçüde akılcı ve yararlı bir davranıştır? Bu, AB'de Türkiye'ye sempati duyan, destek olan ve üstelik ırkçı politikalar izlemeyen ülkelerin tepkisini çekmez mi? Türkiye'nin adaylığını garantilemeye uğraşan AB yöneticilerine ve diplomatlarına yanlış mesajlar vermez mi? Ve de, AB kapısını zorlamak için ikna turlarına çıkan resmi ve gayri resmi heyetlerin ve kişilerin işini zorlaştırmaz mı?..
Eğer gerçekten AB adaylığının gerçekleşmesini istiyorsak ve bunun içi boş bir sıfattan ibaret kalmayıp Türkiye'nin Avrupa ile entegrasyonu yolunu açmasını hedefliyorsak, şu birkaç hafta içinde yapılması ve yapılmaması gereken şeylere çok dikkat etmemiz şart...
Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr