Kasım ayı Türk dış politikası açısından kritik bir ay olacak.
Bu ayın yüklü gündeminde, özellikle önem taşıyan iki olay var: Biri, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin, diğeri ise Kıbrıs sorununun geleceği ile ilgili.
İki konuda da meydana gelecek gelişmeler Ankara'nın dış ilişkilerinde belirleyici bir rol oynayacak...
* * *
AB Komisyonu'nun, 8 Kasım'da açıklayacağı Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), Birliğin Türkiye'nin üyeliği konusundaki tavrını ve beklentilerini ortaya koyacak.
Haftalardan beri konuşulan ve tartışılan bu belgenin Türkiye'yi fazla rahatsız etmeyecek biçimde son şeklini almakta olduğu anlaşılıyor.
Ancak KOB'de ilk bakışta Ankara'nın hoşuna gitmeyecek (insan hakları ile ilgili konulardan Kıbrıs sorununa kadar) çeşitli unsurların yer alacağı da muhakkak.Buna hazırlıklı olmak ve buna göre tepki ölçüsünü kontrol altında tutmak gerek. KOB, aslında üyelik kriterleri konusunda AB ile Türkiye arasında bazı temel görüş ayrılıklarını belirgin biçimde ortaya koyacak.
Ama bu, Türkiye'nin sadece AB ile ilişkiler açısından değil, kendi politikaları bakımından da belirlediği hedeflerin önemini unutturmamalı. Yani Ankara KOB'yi karşısına almadan kendi Ulusal Programını hızla hazırlamalı ve yaşama geçirmeye başlamalı. Esas "yol haritası", bu Ulusal Program'dır. AB'ye tam üyelik müzakere sürecinin başlangıcını da belirleyecek olan bu programdır.
Başbakan Ecevit dahil, hükümet yetkilileri, Türkiye'nin tüm hazırlıklarını (ve gereken yasal değişiklikleri) "2001 sonu" takvimine göre gerçekleştirebileceğini söylüyorlar.
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi işler bu takvime göre yetiştirilmediği takdirde, üyelik müzakereleri daha ileri bir tarihe kalır; bu ise çeşitli faktörler nedeniyle (üyelik şansı ile birlikte) daha uzun süre gerçekleşmeme tehlikesini yaratır.Şimdi hükümetten beklenen, kritik 8 Kasım tarihinden sonra, çalışmalarına tam üyelik müzakerelerine bir yıl içinde hazır olacak şekilde hız vermesidir...
* * *
KASIM ayının diğer önemli olayı olan Kıbrıs dolaylı görüşmelerinin 4. turu bugün başlıyor.
Doğrusu bu turun başında söylenebilecek şey, bundan önceki raundlardan farklı değil:
Taraflar Cenevre'de isteksiz ve umutsuz olarak bir araya geliyorlar. Açıkçası BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın çabaları ve ABD'nin baskıları olmasa, belki bu süreç noktalanmış olurdu. Ama kimse, müzakerelerden kaçan taraf olarak görünmek istemiyor.Bundan önceki tur sırasında yazdığımız gibi, önemli ödünler gerektiren uzlaşma için, teşvik edici bir motivasyona ihtiyaç vardır.
Yani tarafların artık çözümün sağlayacağı yararların, statükodan çok daha önemli olduğuna kanaat getirmeleri gerekir. Henüz bu noktaya gelinmiş değil. Müzakereler - henüz yüz yüze de değil - hep aynı temel tartışmalı konular (eşitlik, egemenlik gibi) üzerinde sürüp gidiyor.Her ne kadar, son New York raundunda Kofi Annan eşitlik ilkesini benimseyen bir tavır ortaya koymuşsa da bunun Rum tarafınca kabul edilmesi şansı oldukça zayıf.
Cenevre'de bu tıkanıklık giderilebilecek ve görüşmelerde çözüme gidecek yeni bir yol bulunabilecek mi? Şüpheli, ama gene de diplomasiden umut kesilmez...Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr