Günlerden beri bir "bedel" lafıdır gidiyor.
Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem başta olmak üzere, birçok Türk yetkilisi, Kıbrıs için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu söylüyor. İlk akla gelen bedel, AB'den uzaklaşmak, Avrupa vizyonundan vazgeçmek olarak görünüyor.
Şimdi, bakıyoruz, AB yetkilileri de "bedel" lafını dillerine dolamaya başladılar. Genişleme politikasını yürüten Günther Verheugen de önceki gün şöyle diyordu: "Türkiye Denktaş için daha ne kadar bedel ödemeye hazır olduğunu sorgulayacak... Türkiye Avrupa perspektifinin yok olmasının bedelini ödemeye hazırsa, buna benim yapabileceğim bir şey yok..."
* * *
BEDEL sözcüğü esas alınarak sürdürülen bu tartışma, hem içerik, hem zamanlama olarak çok yanlış.
Gerektiği zaman Türkiye'nin Kıbrıs için, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da fedakarlıkta bulunacağından kimsenin kuşkusu yok. Ama Kıbrıs meselesinde gelinen kritik noktada, "hiçbir ödün vermeyiz", "her türlü bedeli öderiz" demek, pek akıl karı olmasa gerek.
Haftaya Denktaş - Klerides görüşmesi yapılıyor. Öte yandan Güney Kıbrıs'ın AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili takvim belli. Uzlaşma için zamanı iyi kullanmak şart. Eğer anlaşma olmayacaksa, bu durumdan tüm taraflar (Türkiye, Kıbrıs Türkleri, Rumları, Yunanistan ve de AB) zararlı çıkacaktır. Marifet, ağır bir bedel ödemeden, çözüme ulaşmaktır.
Bu nedenle hele şu günlerde, bedel lafı üzerinde hamaset yapmak - veya Verheugen'in yaptığı gibi kışkırtıcı demeçler vermek - yerine, uzlaşmanın nasıl sağlanabileceğini düşünmek ve tartışmak çok daha akıllıca olur.
* * *
UZUN yıllar Kıbrıs stratejisinin mimarlarından biri sayılan, emekli diplomat Ecmel Barutçu'nun geçen hafta CNN - Türk'te belirttiği gibi, çözüm ancak "al - ver" esası üzerinde sağlanabilir. Masaya taleplerin yüzde yüzünü kabul ettirmek niyeti ile oturulursa, orta yol aranmazsa, çözüm de olmaz.
Barutçu gibi deneyimli birçok Türk diplomatı aynı görüşü paylaşıyor ve Türk tarafının işi mutlaka bedel ödeneceği noktaya kadar götürmemesi gerektiğini savunuyor.
Konuyu bu bedel çerçevesi içinde, "Kıbrıs mı, AB mi" tartışmasına dönüştürmek çok anlamsız. İki amacı da gerçekleştirmek - zor da olsa - mümkün. Ama her şeyden önce konuya böyle bir zihniyet ve kararlılıkla yaklaşmak şart...
* * *
BU alanda AB'ye de büyük sorumluluk düşüyor.
Doğrusu AB, Rum tarafına "üyelik cepte keklik" izlenimini veren tavrını sürdürdükçe ve çözüm için "şartlar listesi"ni sadece Türklere uzattıkça, bu işin içinden kolay çıkılamaz.
Biliyoruz, AB için önemli olan genel "genişleme" stratejisidir. Birlik Yunan vetosu ile bu politikasını tehlikeye düşürmek istemiyor. Ama bu, AB'nin Türk tarafına olduğu gibi, Rum - Yunan tarafına da baskı yapmasına mani değil.
Üst düzey bir AB yetkilisi geçenlerde Türk gazetecileri ile sohbetinde, "hele müzakereler başlasın, o zaman daha aktif şekilde araya gireriz" demişti. Aslında bu yanlış. Görüşmelerden önce AB'nin araya girmesi daha iyi olurdu.
Ama neyse, şimdi Denktaş ile Klerides buluşuyor. Verheugen "bedel" senaryolarına aklını takacağına uzlaşmak için Rum tarafının da esnek davranmasını sağlaması, daha hayırlı olmaz mı?