AVRUPA Birliği'nin Dublin Zirvesi sırasında Türkiye ile AB yetkilileri arasında yapılan görüşmeler, bir "sağırlar diyalogu"ndan ibaret mi oldu?
İlk bakışta öyle. Türk tarafı - belki değişik bir üslup ve ses tonu ile - bilinen şikayet ve taleplerini dile getirdi. AB tarafı da, - eski yaklaşımı ile - bilinen gerekçe ve mazeretlerini tekrarladı...
"Onbeşler"in bildirisinde olduğu gibi, zirve sonrası Türkiye için düzenlenen yemekli toplantıda da açıklanan görüşler, tarafların bildiğini okuduğu izlenimini veriyor.
Bildiri, AB'nin henüz - veya hala - Türkiye'yi "seçilebilir adaylar" kategorisine dahil etmediğini ve eski gerekçeleri "engel" olarak saydığını ortaya koydu. Avrupalı liderler "daha yakın işbirliği" kurulabilmesi için, Türkiye'nin insan hakları standartlarını yükseltmesini, Kıbrıs konusunda BM Güvenlik Konseyi'nin kararlarına uymasını, Ege sorunları konusunda da Yunan yanlısı 15 Temmuz Deklarasyonu'nun icaplarını yerine getirmesini istediler.
Dışişleri Bakanı Çiller'in Fransa, İtalya ve İspanya başbakanları ile ikili temaslarına ve Erbakan'ın katılmaması nedeni ile daha alt düzeye düşürülen yemekli toplantıda yapılan konuşmalara gelince: Bu görüşmelerle ilgili resmi açıklamalar da, aslında önemli bir yenilik getirmiyor. Karşılıklı olarak dile getirilen argümanlar, hep tekrarlanan ve bilinen tavırları yansıtıyor.
Ancak bu kez, Çiller daha net, sert ve uyarıcı bir üslup kullandı. Türkiye'nin talebine direkt değinerek "üyelik perspektifi çizilmezse", Ankara'nın da buna göre tavır alacağı, o zaman Gümrük Birliği dahil, Türkiye'nin AB ile bağlarını yeniden gözden geçirip masaya yatıracağı uyarısında bulundu. Ve sonunda da "artık seçimi siz yapın" mesajını verdi...
* * *
BU uyarının etkisinin ne olacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak, Dublin'deki Türk - AB temasları konusunda, basına da pek yansımayan iki önemli husus üzerinde durmak gerekiyor.
Bunlardan birincisi, Çiller'in "resmi konuşmalar"ın dışında yaptığı sohbetlerde, Türkiye'nin "adaylar" kategorisine hala dahil edilmemesinin asıl nedenleri konusunda "bazı dostlar"ın verdiği izahattır.
İnsan hakları... Kıbrıs... Türk - Yunan sorunları... Bunlar açıkçası bahane! AB'nin etkin üyelerini esas düşündüren iki önemli engel var:
1) "Serbest dolaşım" sorunu. Bu ülkelerin (özellikle Almanya'nın) korkusu, üyelik halinde, Türkiye'den AB'ye büyük bir Türk göçünün başlayacağıdır. Zaten ciddi işsizlik probleminin yükü altında bulunan Avrupalılar, böyle bir durum ile karşılaşmak istemiyor...
2) "Bölgesel fonlar" sorunu. Tam üyelik gerçekleştiği takdirde, Türkiye'nin AB'nin bütçesinden çok büyük paralar alacağından bunun da AB için ek bir mali yük oluşturacağından kaygı duyuluyor...
Tabii insan hakları, Kıbrıs, Türk - Yunan sorunları gibi ön planda gösterilen gerekçeler de geçerli. Ama bazı önemli AB üyeleri esas nedenleri alenen açıklamadan, hep bu sorunları engel olarak sayıyorlar.
Dublin'deki konuşmalarda bu gerçek daha net olarak ortaya çıktı. Bu nedenle, saydığımız bu iki sorunun şimdiden ciddi olarak ele alınmasına, yani bu konuda bazı temasların başlamasına karar verildi...
* * *
İŞTE Dublin'den ortaya çıkan ikinci somut sonuç da budur.
Buna göre, Türkiye ile bazı AB üyeleri (başta İtalya ve Fransa) ile "teknik öngörüşmeler" yapılacak. Konu ile yakından ilgilenen Fransa'dan, büyük olasılıkla yılın başlarında Ankara'ya üst düzey bir ziyaret olacak. Ayrıca Ocak ayında, Roma'da, Türkiye Dışişleri Bakanı, AB'nin önde gelen 5 Dışişleri Bakanı ile bir araya gelecek. Ardından Ortaklık Konseyi toplanacak...
Bütün bu temas dizisinin amacı, Türkiye'nin "tam üye adayları sepeti"ne girmesini sağlamaktır.
Şimdiye kadar açıkçası AB'de böyle bir şey düşünülmüyordu. Dublin'de de, yukarda belirttiğimiz gibi, resmi beyanlarda ve bildiride bunun sözü edilmedi. Bu bakımdan görüşmeler, "sağırlar diyalogu" izlenimini verdi. Ama, gerçekte bazı AB liderlerinin bu kez Türkiye'den gelen sese daha dikkatli kulak kabarttıkları ve Türkiye'ye AB yolunun açılması için çaba harcama sözünü verdikleri anlaşılıyor.
Azıcık da olsa, umut verici bir gelişme bu. Yeter ki, arkası gelsin...