DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan, önceki gün Ankara’da ağırladığı Etiyopya Dışişleri Bakanı Seyun Nesfin ile ortak basın toplantısında, Sudan ile ilgili bir soruyu şöyle yanıtladı: “Sudan’da mevcut sorunların aşılması için, mutlaka şu anda işbaşında bulunan Cumhurbaşkanı’nın önderliği ve onun liderliği ile işbirliği gerekmektedir. Bu sağlanmadan sorunların çözümlenebileceğine inanmıyoruz.”
Bu ifadeye göre, hükümetin Sudan politikası, Darfur’daki katliamlardan sorumlu tutulan Sudan Cumhurbaşkanı, Ömer el Beşir ve rejimiyle yakın temas halinde bulunmak ve Sudan’daki sorunların çözümü için onun işbirliğini sağlamak yönündedir.
Oysa uluslararası camianın genel tutumu, El Beşir ve başında bulunduğu yönetimin baskı altında tutulması ve dışlanmasıdır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur’daki soykırımla ilgili olarak El Beşir’in tutuklanması istemi de bu amaca yöneliktir.
Bu durumda Türkiye, uluslararası camianın geniş bir kesimindeki kanaatin aksine, Sudan liderini sorunun değil, çözümün bir parçası saymaktadır.
Ankara bu inanç ve rahatlıkla Cumhurbaşkanı El Beşir’i geçen yıl iki kez misafir etmişti. Daha geçen haftada El Beşir’in yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha da başkentte ağırlandı...
Nereden bu samimiyet?
TÜRKİYE’nin Afrika coğrafyasındaki bir ülkeye ve şimşekleri çeken liderlerine bu kadar yakın ilgi göstermesinin nedeni nedir?
Bunun bir nedeni, Türk dış politikasının son zamanlarda Kara Kıta’ya açılım girişimleriyle ilintili görülebilir. Sudan özellikle zengin ekonomik potansiyeli olan bir ülke. Türkiye giderek bu ülkeyle ticaretini artırıyor, orada yatırımlar yapıyor. Ancak bu tür ilişkiler, açıkçası bu kadar tartışılan, hatta ‘parya’ sayılan bir rejimle ileri derecede kurulan samimiyeti açıklamaya yetmez.
Babacan’ın son demeci, Türkiye’nin Sudan sorunun çözümü için devreye girmek istediği izlenimini veriyor.
Bu da acaba bugünkü iktidarın bölgesel veya küresel meselelerde “arabuluculuk” veya “kolaylaştırıcılık” rolünü oynama hevesi ile ilintili olabilir mi? Yani Ankara, El Beşir ile geliştirilen samimi ilişkileri öne sürerek, Sudan ile uluslararası camiayı uzlaştırma egzersizine girişmeyi mi planlıyor?
Bir de tabii akla gelen bir başkan neden de, dini faktör, yani Erdoğan hükümetinin Sudan’daki İslami rejime beslediği sempati ve yakınlık olabilir.
Aslında Türk hükümetinin son zamanlarda Sudan’a ve başındaki yönetime gösterdiği yakın ilgide, bütün bu nedenlerin payı olsa gerek.
Bu tavrı, gene son zamanlarda “çok eksenli” ve “çok tercihli” gibi parametreleriyle geliştirilen yeni dış politika açılımının bir parçası olarak görmek mümkün...
Hani ahlaki değerler?
ETİYOPYA’da görev yapmış olan emekli büyükelçi ve strateji uzmanı Murat Bilhan’a göre, “Türkiye’nin Afrika’ya açılması ve Kara Kıta ile ilişkilerini geliştirmesi, yerinde bir hareket. Bu bağlamda Sudan da Türkiye’nin önemsemesi gereken bir ülke. Ancak Darfur sorunu Türkiye’de gerektiği kadar mercek altına alınmamıştır. Sudan’ın bugünkü rejiminin, Darfur’daki trajedi nedeniyle Türkiye’de de sorgulanması gerekir. Ankara’nın uluslararası topluluğu ve kendisine yakın ülkeleri karşısına alacak davranışlarda bulunması yanlış olur.”
Gerçekten Türkiye’nin Sudan politikasını şekillendirirken, başka meselelerde sergilediği ahlaki duyarlılığı bu olayda da göstermesi, Darfur’da kadın, çocuk dahil 200 bin sivilin katledildiğini ve bu “etnik temizlik”ten şimdiki yönetimin sorumlu tutulduğunu unutmaması gerekmektedir. Yoksa bunun dışındaki gerekçeler, “sudan sebep” sayılacaktır...