Dünkü yazımızda Suriye’de birinci yılını dolduran halk ayaklanmasının bilançosunu, Esad rejimi ve karşıtları açısından değerlendirmeye çalıştık. Bugün, bu bir yıllık bilançoda Türkiye’nin konumunu irdeleyeceğiz.
Suriye geçen yıla kadar Türk diplomasisinin “komşularla sıfır sorun” doktrininin bir simgesi ve başarı örneği olarak görünüyordu.
İki komşu ülke kısa zamanda ilişkilerini “stratejik işbirliği” düzeyine çıkarmayı başarmıştı: Hükümetler arası ortak toplantılar düzenleniyor, sınırlar açılıyor, vizeler kaldırılıyor, ticari ilişkilerden askeri temaslara kadar çeşitli alanlarda sıkı bağlar kuruluyordu. Bu arada Başbakan Erdoğan ile Başkan Esad arasında da kişisel bir yakınlık gerçekleşiyordu...
Suriye’de halk özgürlük ve değişim için sokaklara dökülmeye başladıktan sonra Esad’ın bu hareketi kaba kuvvetle ezmeye çalışması üzerine, Ankara başta temkinli davrandı. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu Esad’a halkın sesine kulak vermesini ve reform beklentilerini bir an önce yerine getirmesini tavsiye ettiler ve ABD’den gelen baskılara karşın, “ikna girişimleri”ni sabırla sürdürdüler. Ta ki Esad’dan umutlarını kaybedinceye kadar...
İlkeli tavır
O noktadan itibaren Ankara’nın stratejisi değişti. Türk yetkililer sadece sözle yetinmediler, bu kez Esad’ı gözden çıkardıklarını göstermek için, muhalefetin örgütlenmesine ve İstanbul’un da bir merkez olmasına- önayak oldular. Ankara ayrıca Esad’ın ordusuna karşı direnen bir “Hür Suriye Ordusunu”nun oluşmasına da destek verdi...
Hükümet yetkilileri bu stratejiyi “ilkeli bir duruş” olarak nitelendirdiler. Yani Türkiye artık bölgede halktan yana ve diktaya karşı bir tutum alıyordu.
Ne var ki, Ankara daha önce Tunus, Mısır ve Libya için olduğu gibi- Suriye için de bu tavrı benimserken, ciddi bir risk de alıyordu. Zira Suriye, Arap Baharı’na sahne olan diğer ülkelere benzemiyordu.
Nitekim bu bir yıl içinde Suriye’de olup bitenler bunu kanıtladı. Esad, güvendiği iç ve dış destekçileri sayesinde, hala ayakta duruyor, içerde ve dışarıda ona karşı çıkanlara açıkça meydan okuyor.
Bu çerçevede bu bir yılın bilançosunda Türkiye’nin konumunun pek parlak olmadığını kabul etmek gerek.
Sıfırlanan ilişki
Şöyle ki:
1) Bir sembol ve başarı öyküsü olarak sunulan “komşularla sıfır sorun” stratejisi Suriye olayında çöküverdi. Evet, “kabahat bizde değil, karşı tarafta” denebilir. Herhalde Arap Baharı Suriye’ye sıçramasaydı, işler eskisi gibi devam edebilirdi. Ama yeni konjonktür, çok şey gibi bu stratejiyi de sarstı.
2) Aslında “halktan yana ve diktaya karşı” bir tavır almak, ilkesel ve etik bakımdan doğrudur. Ama hükümet “Esad’sız bir Suriye” stratejisini benimserken, Şam diktatörünün gücünü ve buna karşılık muhalefetin dağınıklığını iyi hesaplamamış olsa gerek. Halk hareketi ikinci yılına girerken Esad yerinde duruyor; muhalifler ise bölünmüş, silahlı direniş de kırılmış durumda.
3) Tabii bilançonun en olumsuz yanı, iki ülke arasındaki her türlü işbirliğinin çökmesidir. Ancak izlenen politika ne olursa olsun, Suriye’nin içinde bulunduğu şartlarda ilişkileri eskisi gibi sürdürmenin mümkün olmayacağını da kabul etmek gerek.
4) Uluslararası platformda Suriye krizi Türkiye’yi Batı ve Arap Birliği ile aynı safta daha yakın işbirliği kurmaya sevk etti, buna karşılık Rusya ve İran ile karşı karşıya getirdi.
5) Suriye krizi ikinci yılına girerken, bu mesele kritik boyutlarıyla Türkiye’yi zorluyor. Sığınmacı akını problemlerden biri. Buna bağlı diğer bir sorun da insani yardımlar için düşünülen “tampon bölge”nin oluşturulmasıdır.
Ama asıl sorun Ankara’nın risk alarak benimsediği “Esad’sız Suriye” hedefine nasıl ve ne zaman ulaşılacağıdır...
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025