Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Devrim halkın bir diktatörü veya otoriter rejimi devirmesinden ibaret değil. Bu tür eylemler daha çok darbe kategorisine girer. Oysa devrim, bir ülkenin siyasal ve toplumsal düzeninde köklü bir değişim ve dönüşüme yol açan bir harekettir.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan halk hareketleri şimdiye kadar en az üç ülkede -Tunus, Mısır ve Libya’da- diktatörlerin devrilmesini sağladı. Kuşkusuz bu ülkelerde halk “Arap Baharı” diye adlandırılan tarihi olayı -yani insanların sokaklara dökülüp yıllanmış diktatörleri alaşağı etmesini- bir “devrim” olarak nitelendiriyorlar.
Ne var ki, şimdi Mısır’da görüldüğü gibi, olaylar darbeden esas devrim aşamasına giriyor. Tahrir Meydanı’ndaki yeni eylem, işte bunun habercisi...
Arap coğrafyasındaki hareketler, henüz tamamlanmayan, nasıl ve ne zaman noktalanacağı belli olmayan bir devrim sürecinin parçalarıdır. Bu süreç Arap dünyasındaki belirsizlikleri ve kaypaklığı taşıyor.
Oysa, Soğuk Savaş’tan sonra, Doğu Avrupa ülkelerinde cereyan eden farklı isimli devrimler, belirli bir çizgide gelişerek kısa zamanda amacına ulaşmıştı. O halk hareketlerinde net hedefler, bilinçli kitleler, güçlü liderler vardı. Ortadoğu’daki hareketlerde bu unsurlar yok.

“Ertesi gün” kaygısı
Nitekim, gene Mısır’da görüldüğü gibi, homojen olmayan halk kitleleri Mübarek rejiminin devrilmesi amacı etrafında kenetlendi ve hedefe ulaştı. Ama çok geçmeden değişikliğin pek te köklü olmadığı, geçici askeri yönetimin halkın esas dönüşüm beklentilerini yerine getirmek niyetini taşımadığı anlaşıldı.
Dolayısıyla geçen şubatta Mübarek’in çekilmesini veya devrilmesini isteyenler, şimdi Mareşal Tantawi ve ekibinin gitmesini istiyorlar.
Bunda kaygı verici husus, Tantawi yönetiminin olduğu kadar öfkeli halk kitlelerinin ne yapacağıdır. Dün akşamki açıklama bir ‘ulusal kurtuluş hükümetinin’ kurulmasından ve başkanlık seçimlerinin önümüzdeki yaz yapılmasından söz ediyor. Bu formül bazı muhalefet çevreleri tarafından onaylanmış olsa da, Tahrir meydanını dolduran yüz binlerce kişiyi tatmin edip etmeyeceği belli değil. Bu takdirde de “ertesi gün” ne olacağını düşünmek gerek. Kaos mu? Halk içinde bölünmeler ve çatışmalar mı?
Benzer olasılıklar ve kaygılar diğer Arap ülkeleri için de söz konusu. Suriye’de Esad rejimi bir şekilde gittikten sonra ne olacak? Yeni düzeni kim kuracak? Farklı etnik ve mezhepsel gruplara mensup olan ve değişik siyasal ve ideolojik eğilimli muhalifler ortak bir çizgide anlaşabilecekler mi?
Bütün bu şartlar, Ortadoğu’daki dönüşümün (isterseniz buna devrim deyin) uzun ve çetin bir süreç olacağını gösteriyor. Üstelik açıkçası bu sürecin nasıl noktalanacağı da belli değil. Böyle bir ortamda, radikal güçlerin -özellikle İslamcıların- duruma hâkim olması ve devrimi kendi inançları doğrultusunda tamamlamaları pekala mümkündür...

“Halktan yana” olunca...
Arap coğrafyasındaki bu kaypaklık ve belirsizlikler, Türk diplomasisini zorlamaya devam edecek.
Erdoğan hükümeti Arap Baharı karşısında son zamanlarda ilkesel bir tutum benimsedi: Örneğin Suriye krizinde görüldüğü gibi, Ankara “halkın yanında, zalim yönetime ve şiddete karşı” bir duruş sergiliyor. Bu tavrını da fiilen -muhaliflere aktif destek sağlayarak- pekiştiriyor... Tıpkı daha önce Libya için yaptığı gibi. Veya Mısır‘da “Mübarek çekilmeli” diyerek tercihini ortaya koyduğu gibi...
Ama Mısır’daki yeni olaylar, bu filmi tekrar başa alıyor. Halk gene ayakta ve bu kez hedef, Türkiye’nin de destek verdiği Tantawi ekibi...
Şimdi askeri yönetim halka karşı şiddet kullanıyor ve Tahrir meydanında kan dökülüyor. Bu gidişle Tantawi’ye de “çekil” denecek mi?