Kıbrıs ve AB ordusu projesi AGSP konusunda Türkiye'nin "ani tutum değişikliği"nin sebebi nedir?
Kamuoyunda merak edilen bu soru, dün Başbakan Ecevit'e basın toplantısı sırasında soruldu.
Başbakan taviz verildiği kaygısını önleyecek birkaç cümle söyledi. Bu gelişmelerin IMF ile de bağlantısı olmadığını belirtti.
Aslında Türkiye'nin her iki konuda inisiyatifini kullandığı ve böylece "olumlu bir noktaya gelindiği" doğrudur. Gerek Kıbrıs, gerekse AGSP sorununda tıkanıklık giderilmiş, uzlaşma yolu açılmış oldu.
Ancak her iki olayda da Ankara'nın son günlerde sergilediği yeni tutumun oluşmasında, bazı iç ve dış etkenlerin payı olduğu bir gerçek. Tabii bunları bir basın toplantısında Başbakan'ın açıklaması beklenmezdi.
* * *
DÜNKÜ yazımızda belirttiğimiz gibi, bu iki olayın aynı zamanda gerçekleşmesi, basit bir rastlantı değil. Bu Ankara'nın yaptığı bazı değerlendirmelerin sonucudur.
Yoğun çalışmalardan ve temaslardan sonra iki kararın da şu sırada açıklanmış olması, "zamanlama faktörü" ile ilgilidir. AGSP konusu önümüzdeki günlerde AB'de ve NATO'da kesin sonucu bağlanacaktır. Dolayısı ile süregelen anlaşmazlığın bugünlerde halledilmesi şarttı. Nitekim öyle oldu ve bu kez top Yunanistan'a - ve AB'ye - atıldı.
Kıbrıs meselesinde de, tıkanıklığı giderip müzakere yolunu açmanın zamanı şimdi idi. Herkes Türk tarafının bir adım atmasını istiyor ve bekliyordu. Bunun da tam AB toplantıları ve ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın Ankara'yı ziyareti sırasında gerçekleşmesi önemli idi...
* * *
O halde, Ankara'nın iki konuda da bir tavır değişikliğinin işareti sayılan kararlarında, "dış etkenler"in büyük payı olduğu inkar edilemez. Olayları yakından izleyenler, haftalardan beri ABD'nin ve AB'nin yoğun biçimde "telkinlerde" bulunduklarını bilirler...
Kuşkusuz Ankara bunları değerlendirirken, "uzlaşmaz" durumuna düşmenin yaratabileceği olumsuzlukları da hesaplamıştır. Bunda açıkçası Türkiye'nin ihtiyacı olan dış desteğin geleceği de dikkate alınmıştır...
Bu arada özellikle Kıbrıs konusunda, "iç etkenler" de rol oynamıştır. Gerek Türkiye'de, gerekse KKTC'de artık bu meselenin bir an önce çözümlenmesi lehinde sergilenen istek, karar mevkiindeki yetkililerin gözünden kaçmamıştır.
Unutulmaması gereken bir faktör daha var: Diplomasinin amacı, çözüm üretmektir. Tabii ki, ülkenin temel çıkarlarına uygun çözümler... Müzakerelerde başta, pazarlık gücünü artırmak için, çıta yüksek tutulabilir. Ama gerçekten çözüm isteniyorsa, masada her istenilenin yüzde yüz elde edilemeyeceği de bilinir. Yani pazarlık pozisyonu, duruma göre, esnek tutulur. Aksi halde her şeyi kaybetmek riski de doğabilir...
Dolayısı ile, AGSP konusunda varılan mutabakata bakarken, verilen "tavize" değil, sağlanan "kazanc"a dikkat etmek lazım. Kıbrıs sorunundaki gelişme de aynı şekilde değerlendirilmeli. Bu aşamada herhangi bir "taviz"den söz etmek için bir sebep yok. Denktaş'ın önerdiği ve Klerides'in de kabul ettiği şey, Türk tarafının arzuladığı tarzda yeni bir müzakere sürecidir. Hatta diyebiliriz ki bunda geç bile kalınmıştır...
* * *
ŞİMDİ mesele, aylarca sürebilecek olan bu yeni müzakere sürecinde, nasıl bir politika izleneceğidir.
Lefkoşa'da varılan anlaşmanın ve hemen ardından Klerides'in Türk kesimine geçip Denktaş ile yemek yemesinin yarattığı heyecan ve umut havası, çözüm için duyulan büyük özlemi açıkça gösteriyor.
Elbet bu havaya bakıp müzakereler konusunda aşırı iyimserliğe kapılmak doğru değil. Ama artık geriye dönülmemesi gereken bir yola girildi. Bundan sonra, bu taktik adımı stratejik adımların izlemesi beklenir...