Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Fazla gerilere gitmeye gerek yok. 1970’lerde, hatta 1980’lerde Latin Amerika Türkiye’nin “ilgi alanı”nın dışında kalan bir bölgeydi. Oralara genelde emeklilik yaşına yakın Büyükelçiler atanır, onlardan gelen raporlar da çoğu zaman bakanlıkta dosyalarda öyle kalırdı...
Son yıllarda Türk dış politikasındaki hareketlenme ile birlikte Türkiye uzak bölgelere ve bu arada Latin Amerika’ya da ilgi göstermeye başladı.
Özellikle Türkiye’nin Güvenlik Konseyi üyeliği konusu gündeme geldiğinde, Ankara BM içinde sayıları itibarıyla önemli bir grup oluşturan Latin Amerika ülkeleriyle sıkı temaslar kurdu...
Son olarak Brezilya ile İran konusunda yapılan ortak girişim, Türkiye’nin Latin Amerika açılımının en göz alıcı hamlesini oluşturuyor. Bu alanda Türkiye ve Brezilya el ele verip Tahran Mutabakatı’nın gerçekleşmesine önayak oldular.
Bütün dünya günlerdir bu mutabakatı konuşuyor. Türkiye’nin kendi bölgesinde faal bir rol oynayan bir ülke olarak bu mesele ile yakından ilgilenmesi doğal. Ama bu bölgeden çok uzaktaki Brezilya’nın aynı ilgiyi paylaşması ve Türkiye ile birlikte iddialı bir diplomatik girişime katılması, gerçekten ilginç.

Neden Brezilya?
Evet, neden Brezilya? Nasıl oluyor da bu uzak ülke, birdenbire bu bölge ile ilgileniyor ve İran krizinin çözümü için Türkiye ile birlikte devreye giriyor?
Bunun nedeni, Brezilya’nın sadece Amerika kıtasında değil, küresel platformda yeni bir güç ve faal bir aktör olarak ortaya çıkmasıdır. Bu çıkışta 8 yıldan beri iktidarda bulunan Başkan Lula da Silva ön planda görünüyor; ama Brezilya‘ya bu imkânı sağlayan, son yıllarda gerçekleştirdiği büyük ekonomik ve siyasal gelişmedir.
Brezilya -diğer Latin Amerika ülkeleri gibi- darbeler ve askeri yönetimler sonrasında sivilleşmeyi ve siyasi istikrarı sağlamayı başarmıştır. Böyle bir ortamda 193 milyon nüfuslu Brezilya, ekonomide olağanüstü bir başarı göstermiş, 1,5 trilyon doları bulan milli geliriyle, dünyanın 8’inci; Amerika kıtasının da (ABD’den sonra) ikinci büyük ekonomisi olmuştur.
Eski bir işçi olan “İşçi Partisi” lideri Lula, pragmatik bir politika ile ülkesini dışa açmış, özelleştirmeyi teşvik etmiş, kalkınma hızını yükseltmiştir, ayrıca Brezilya nükleer alandan uzay çalışmalarına kadar teknolojide de başarılı bir performans göstermiştir.
Brezilya halen hidroelektrik potansiyeli ve nükleer reaktörleri ile enerji ihtiyaçlarını bizzat sağlayabiliyor. Uranyum zengini bir ülke olarak da ürettiği uranyumu kendi “zenginleştirme” olanaklarına sahip. Bunu da uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetimi altında ve anayasasına koyduğu “nükleer silah üretmeme taahhüdü”ne dayanarak yapıyor.

Benzer politikalar
Brezilya’nın dış politikası işte bu dinamiklere dayanıyor. Güttüğü amaç, ekonomik ve siyasal alanda dünya ile bütünleşmektir. Lula bu hedefi, çok yanlı, çok boyutlu, faal bir politika izleyerek ve dünya sahnesine güçlü bir aktör olarak çıkarak gerçekleştirmeye çalışıyor... İşte İran’la ilgilenmesinin ve Türkiye ile ortak girişime katılmasının nedeni ve amacı bu...
Brezilya’nın bu tutumu ile Türkiye’nin dış politikası arasındaki benzerlik, dikkat çekicidir. Ankara ile Brezilya, dünya meselelerine yaklaşım, dış ilişkilerdeki hedefler ve temel parametreler konusunda, hemen hemen aynı görüşleri paylaşıyor.
Bu öyle olmasaydı, zaten İran inisiyatifindeki ortaklık mümkün olmazdı. Başbakan Erdoğan’ın Brezilya ziyareti belki de bundan sonra daha sürekli ve faal bir ortaklığın başlangıcı olacak.