"Merve baskını" üzerine söylenenler ve yazılanlar, Türkiye'nin dolaylı olarak, AB adaylığına ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
Beyanların ve yazıların çoğunda kullanılan argüman şu: Merve Kavakçı'nın evine karşı düzenlenen ve hukuk devleti anlayışına ters düşen operasyon, zamanlama açısından çok talihsiz bir olay. AB'nin Türkiye'ye adaylık işaretini verdiği bir sırada ve Helsinki zirvesi öncesinde, böyle bir şey yapılır mı? Bu Türkiye'nin görüntüsünü bozmaz ve AB yetkililerinde kuşku yaratmaz mı?..
Bir yorumcu, Merve baskınının AB'nin Türkiye için yaktığı "yeşil ışığı kararttığını" yazıyor. Bazı analistler bu hareketi "Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıkanların bir tertibi" olarak görüyor.
Bu tepkiler, politikacılardan yazarlara kadar, kamuoyunun geniş bir kesiminin, Türk demokrasisi ile AB adaylığı arasında bir bağlantı kurduğunu, yani Türkiye'de şu sırada Merve baskını gibi nahoş olayların AB ile bütünleşme çabalarını zedeleyebileceğini düşündüğünü ortaya koyuyor.* * *
BU değerlendirmelerden çıkan mesaj şudur: "Aman, AB adaylığımızın tam gerçekleşmek üzere bulunduğu şu sırada, bu tür olaylar çıkmasın. Yoksa, Helsinki'den beklediğimiz hayırlı karar çıkmaz, bütün hayallerimiz bir yol kazasına kurban gider"...
Böyle bir düşünceye sevinmeli mi, üzülmeli mi?Sevinilecek husus, AB ile bütünleşme lehindeki istek ve bunun Türk demokrasisinin daha sağlam zemine oturmasına yardımcı olacağı konusundaki inançtır. Türkiye, Kopenhag kriterlerinin öngördüğü demokratik değerleri ne kadar hızlı benimserse, AB ile entegrasyonu o kadar çabuk gerçekleşecektir. Aynı şekilde, Türkiye AB'nin aday listesinde yer aldıktan sonra, bu normlara göre hareket etmeye, yani ani baskın, yargısız infaz, işkence gibi uygulamalara son vermeye daha çok özen gösterecektir.
"Aman şu sırada bu tür olaylar çıkmasın" şeklindeki düşüncenin üzücü tarafı şu: Bazıları, Türkiye'ye adaylık statüsünün verilmesine büyük önem veriyor ve bu elde edildikten sonra iş bitecek sanıyor.
"Olay çıkmaması" sadece Helsinki zirvesi öncesi dönem için mi mühim? Zirve sonrası dönemde, eski uygulamalar "serbest" mi? Böyle bir zihniyet devam ederse, Türkiye'nin aday statüsü herhalde değişmez ama, Türkiye adaylıktan üyeliğe de geçemez.
* * *
EĞER son olayda gösterilen - resmi ve gayri resmi - tepkilerde, "tam şu sırada böyle bir şey yapılır mı?" kaygısının bir payı varsa (ki öyle görünüyor), bu "AB ile demokrasi daha iyi gider" düşüncesi güç kazanıyor demektir.
Kabul etmeli ki, yakın tarihte de Türkiye demokratikleşme sürecinde, birçok adımları, uluslararası toplulukla bütünleşmek amacı ile atmıştır. 1945 - 46'da Birleşmiş Milletler'e katılmak için, çok partili sisteme geçiş gibi...
Biz, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesini, sırf bunun sağlayacağı siyasal ve ekonomik kazançlar açısından değil, ülkenin çağdaş standartlara (Atatürk'ün deyimi ile "muasır medeniyet seviyesine") ulaşmasına katkısı açısından zorunlu görenlerdeniz. Türkiye'nin demokrasi ve insan haklarından günlük yaşama yansıyan çevre, trafik, sağlık vs.'ye kadar, çeşitli alanlarda Batı standartlarına yükselmesi, AB ile entegre olmakla, daha hızlı ve kolay mümkün olacaktır.
Son olay, Türkiye'de bu yönde bir bilinçlenmenin filizlenmekte olduğunu açıkça ortaya koyuyor...
Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr