Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyaretinin öne çıkan özelliklerinden biri, bunun 10 bakanın ve 100 işadamının katılımıyla, “Türk çıkarması”na dönüşmesidir.
Ziyaretin ilk kez bu kadar geniş bir heyetle yapılması, Türk tarafının buna verdiği büyük önemin açık bir göstergesi.
İkinci bir özellik, Türk ve Yunan bakanlarının gene ilk kez bir ortak kabine toplantısı yapmalarıdır. Böylece daha önce kurulmasına karar verilen Üst Düzey İşbirliği Konseyi adlı mekanizma fiilen hayata geçirilmiş oluyor. Bu, iki hükümetin çeşitli alanlardaki ilişkilerini bir ortaklık düzeyine çıkarmalarını sağlayacak.
Nihayet bu ziyaretin diğer bir özelliği de, Yunanistan’ın çok ciddi bir ekonomik kriz geçirdiği zamana rastlamasıdır. Yunanistan bu yüzden büyük sıkıntılarla cebelleşirken, Türkiye gelişen ekonomisi, dış politikasındaki hamleleriyle güçlü bir pozisyonda. Böyle bir ortamda bu ziyaret Türkiye’nin komşusuna destek elini uzatmasına vesile oluyor.
Yunanistan’da bundan rahatsız olan çevreler var tabii. Onlar Yunanistan’ın düştüğü durumun ezikliğiyle, Türkiye’nin şu sırada böyle bir “çıkarma” yapmasını hazmedemiyorlar, hatta buna tepki de gösteriyorlar. Ama Başbakan Yorgo Papandreu başta olmak üzere, birçok Yunanlı, bu kritik dönemde yapılan böyle bir ziyaretin kendileri için de hayırlı sonuçlar verebileceğini düşünüyor.

Daha çok işbirliği
Bu ziyaretin önemi sadece ticaretten turizme, çevreden eğitime kadar çeşitli alanlarda birkaç anlaşmanın imzalanmasından ibaret değil. Ziyaretin asıl anlamı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun deyişiyle, bir “psikolojik değişim atmosferi” çerçevesinde bir “devrim” niteliğini taşımasıdır. Bu psikolojik değişimin hedefi, gene Bakan’a göre, “işbirliğini maksimize ederek, gerginliği minimize etmektir.”
Yunan Başbakanı da buna inanan bir liderdir. Almanya ile Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra sıkı bir dostluk ve işbirliği sürecini başlatmalarını örnek gösteren Papandreu, “Neden bizler de öyle yapmayalım?” diyor.
Bu ziyaret iki tarafın da bu yönde güçlü bir istek ve iradeye sahip olduklarını gösteriyor.
Bir bakıma gerek Erdoğan’ın gerekse Papandreu’nun aynı vizyonu ve cesareti paylaşması bir şans.
Aslında iki ülke bu şansı 1990’ların sonlarında İsmail Cem ile Yorgo Papandreu’nun Dışişleri Bakanı oldukları yıllarda yakalamıştı. O dönemde, kemikleşmiş olan Kıbrıs ve Ege sorunlarının iki ülke arasında husumeti ve huzursuzluğu sürekli bir hal olmaktan çıkarmak için birtakım güven artırıcı adımların atılmasına karar verilmişti.

Daha güvenli ortam
Bu fikir sonuçta yapıcı bir diyaloğun başlamasına ve çeşitli alanlarda (sivil toplumun aktif katılımıyla) temas ve işbirliğinin kurulmasına yol açtı.
Daha sonraki yıllarda Erdoğan ile Karamanlis aynı anlayışı sürdürdüler. Böylece en azından iki komşu arasında diyalog devam etti, temaslar yoğunlaştı, bir güven ortamı oluştu.
Şimdi sıra bu güveni artıracak işbirliğini “maksimize” etmeye geldi. Bunun için ortam müsait, yeni mekanizmalar da hazır.
Ancak Papandreu’nun işaret ettiği gibi, sorunları da (Kıbrıs, Ege) çözümsüz bırakmamalı . En azından gerginlikleri önleyecek ve çözüm yolunu açabilecek adımların artık ciddi olarak atılması gerek. Askeri jetlerin it dalaşına son verilmesi gibi. Belki de askeri harcamaların karşılıklı indirilmesi gibi...
“Atina çıkarması” bunun yolunu açabilirse, Türk-Yunan ilişkilerinde gerçekten yeni bir sayfa açılacaktır.