Güngören’deki saldırıdan sonra 17 masum insan yaşamını yitirdi. Onlarca insan ise yaralandı. 24 saat bile geçmedi ve bu kez Kerkük’te Kürtlere karşı gerçekleşen saldırıda en az 22 kişi öldü, onlarca insan da yaralandı.
Vahşet görüntüleri bir yana, iki saldırının ortak yanı Türk-Kürt gerginliğini anında artırmalarıydı. Gerçi Güngören’deki bombalardan sonra Kürtlere saldırılmadı. Ama bu bombalar Türk-Kürt kardeşliğine hizmet de etmedi.
Kerkük’te ise gösteri yapan Kürtler intihar saldırısından sonra Irak Türkmen Cephesi’ne bağlı Türkmenlere saldırdılar. Ortamın provokasyona ne kadar açık olduğu böylece görüldü. Ancak, iki saldırıda da failler henüz belli değil.
“Biz yapmadık” dese de Güngören’deki saldırının PKK’nın işi olduğu düşünülüyor. Olabilir de. Ne de olsa eli kanlı bir terör örgütünden söz ediyoruz. Ama bu henüz kesin değil. Türkiye’nin sadece PKK’nın hedefinde olmadığı da
Frank Gaffney, Daniel Pipes ve Michael Rubin, Washington’daki Neoconların en keskin “kalemşorları” sayılırlar. Şiddetli derecede İsrail yanlısı olmaları ise üçünün ortak özelliği.
Bu ekibin son aylarda, Türkiye’de kendilerine “ulusalcı” diyen gruplarla aynı noktalardan hareket ederek, ABD’deki AKP aleyhtarı kampanyanın öncülüğünü yaptıkları görülüyor. Kendilerini tanımak açısından hatırlatmada bulunalım.
Özellikle Washington Times’taki yazılarından tanıdığımız Frank Gaffney, AKP için “İslamofaşist” tanımını icat eden isimdir. Yazıları Amerikan sağında etkindir. Ankara’daki bir Amerikalı diplomat, kendisini “Emin Çölaşan’ımız” diye tanımlıyor.
‘AKP İslamlaştırıyor’
Amerika’daki İsrail yanlısı sağın en önemli kanaat önderlerinden Daniel Pipes ise, AKP’nin Türkiye’yi kademeli olarak İslamlaştırdığına ve dolayısıyla İsrail’den uzaklaştırdığına dair çok sayıda yazı yazmıştır. Washington ile AB’nin AKP’ye arka çıkmasını
“Kıbrıs demagojisi” erken başladı. Şu anda, KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın kabul ettiği belirtilen “tek egemenlik, tek yurttaşlık” kavramı etrafında fırtına koparma çabası var. Bu yeni bir kavrammış gibi, Türk tarafının iki kesimlilik, iki toplumluluk ve siyasi eşitlikten vazgeçmeye hazırlandığı iddia ediliyor.
Kıbrıs harekâtının yıldönümünde “sert konuşan” Başbakan Erdoğan’ın da bu açıdan “çelişkiye düştüğü” iddia ediliyor. Erdoğan’ın söylediği şu:
“Kimse, ama hiç kimse, Kıbrıs Türk halkının kendi yönetiminden, eşit statü ve eşit ortaklıktan vazgeçmesini ve azınlık olarak yaşamayı kabul etmesini beklemesin. ... Kapsamlı çözüm Kıbrıs Türk halkı ve KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır.”
Şimdi meselenin özüne bakıp, var ise, “çelişkinin” nerede yattığını anlamaya çalışalım. BM çatısı altında yürütülen Kıbrıs müzakerelerinin amacı her zaman iki kesimli, iki
Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan devlet başkanlarının bugün Kars’ta temelini atacakları Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesi, Erivan’a kendi bölgesinde içine düştüğü yalnızlığı bir kez daha hatırlatacak.
Bugünkü tören, tüm girişimlerine rağmen, ne Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesini ne de bu projeyi engelleyebilen Ermeni diyasporası için de yeni bir darbe olacak. Peki, hal böyle olunca, Ermeniler hâlâ aynı yolda ısrar edecekler mi?
Amerika’daki Ermenilerin onulmaz Türk düşmanlığına tanık olmuş birisi olarak bu kesimden umutlu değiliz. Nitekim bu kesim bugünlerde, Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan için olduğu kadar, mevcut Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a da ateş püskürüyor.
Sarkisyan, Türkiye ile uzlaşma yolları aradığı için Taşnak güdümündeki diyaspora Ermenileri tarafından “davaya ihanetle” suçlanıyor. Ancak, Erivan’ın içine düştüğü çıkmazdan kurtulma ihtiyacını giderek daha fazla hissettiği de bir
Ergenekon soruşturmasının Ankara’daki diplomatların yaz eğlencesine dönüştüğünü daha önce yazmıştık. Bu kez aynı diplomatların çok daha ciddiye aldıkları AKP’ye karşı açılan kapatma davası için, son gelişmeler ışığında, neler söylediklerine bakmak istiyoruz.
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris’in, Washington’da geçen hafta yaptığı bir konuşma bizde büyük ilgi çekti. Parris, Anayasa Mahkemesi’nin kararının ağustosun ortasında veya üçüncü haftasında, “tahminen bir cuma günü” çıkmasını beklediğini söyleyerek, AKP’nin kapatılmasını hâlâ güçlü bir ihtimal olarak gördüğünü belirtti.
Parris’in görüşünün dayanağı
Ancak, “bir ay öncesine oranla, kapatmanın önüne geçecek bir çözümün ortaya çıkması olasılığını daha yüksek gördüğünü” söylemeden de geçemedi. İşte bu olasılığın bazı diplomatlar arasında son
Türkiye kendi içinde toplumsal barışı sağlamakta zorlanırken, bölgesel barış ve istikrara katkısını giderek artırıyor. Bunu da herhalde “Klasik Türk İronileri” hanesine yazmak gerekiyor. Bu açıdan bir “ufuk turu” yapacak olursak şöyle bir genel görüntü çıkıyor ortaya.
Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında barış sağlamak için sarf ettiği çabalar artık dünya kamuoyunca biliniyor. Türkiye’nin Lübnan’da istikrar sağlanmasına dönük somut katkıları da bölgede biliniyor ve takdir ediliyor.
Bu arada, Ankara’nın bu hafta içinde ABD ve İran’dan peş peşe gelen üst düzeyli yetkilileri ağırlaması da bu ortamda, haliyle büyük ilgi çekti. Washington ile Tahran’ın diyalog arayışına girdikleri bir dönemde gerçekleşen bu ziyaretlerin dikkatleri tekrar Türkiye üzerinde yoğunlaştırması doğal.
Genel görüntü olumlu
Bu arada, Ankara’nın, yine bu hafta içinde, İsrail’le çok yönlü bir enerji ve iletişim hattı projesi için
Agarta bugarta derken Ergenekon soruşturması bu bunaltıcı yaz günlerinde yabancı diplomatların kokteyl eğlencesi oldu. Ankara’da çalışan bir yabancı gazeteci ise önceki gün, “Gözden kaçmış bir Nazi varsa bu bir fırsattır, onu da iddianameye koymalı” diye dalgasını geçerken genel havayı yansıtıyordu.
Tabii ki, “İddianamenin ayrıntıları henüz ortaya çıkmadı. Mahkemeyi bekleyin” diyerek Türk hukuk sisteminin saygınlığı adına bir çabada bulunduk. Ancak hukuk düzenimizi küçümseyen bu müstehzi yaklaşımı dağıtmak açısından çok etkili olduğumuz söylenemez.
Hrant Dink’in katillerinin mahkemede istedikleri gibi dalga geçebildikleri, ana muhalefet partisi genel başkanının ise kapatma davasında övdüğü, fakat Ergenekon davasında yerdiği - savcılık kurumunu alaya aldığı bu “hukuk ortamında” ikna edici olmamız da zaten mümkün değil.
İngiltere’deki tartışma
Ortaya şimdi atılan “gizli tanık” söylentilerinin bu ortamda yeni kuşkulara yol açması da kaçınılmaz
Gündemimiz Ergenekon. Bu ortamda Nikolas Sarkozy’nin “Akdeniz Birliği” -veya yeni adıyla “Barcelona Süreci: Akdeniz için Birlik”- projesinin ilgi çekmesi zor. Fakat konu kısa bir süre öncesine kadar gündemimizde önemli bir yer tutuyordu.
Paris’te dün yapılan ve Başbakan Erdoğan dahil 42 devlet veya hükümet başkanının katıldığı zirveyi bu yüzden göz ardı etmek mümkün değil.
Fransa’nın “Akdeniz Birliği” fikriyle Ankara’yı AB’den uzaklaştırıp farklı bir birliğe yönlendirmek istediğini birçok Avrupa ülkesi de zamanında gördü. Paris’in aynı zamanda Akdeniz’deki dengeleri bu yoldan kendi lehine çevirmeye çalışması ise AB’yi kızdırdı.
Almanya’nın baskısı sulandırdı
Bu nedenle, Sarkozy’nin tasarladığı proje, özellikle Almanya’nın baskısıyla, sulandırıldı. Belirttiğimiz gibi, iddialı olan ilk adı bile değiştirildi. Fakat, girişimi tasarladığı şekliyle tutmasa bile, Sarkozy’nin yine de zevahiri kurtarması gerekiyordu.
Bu yüzden sulandırılmış