Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle NATO büyük ölçüde “misyonsuz” kaldı. İttifakın bu koşullarda sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için yeni bir “ortak tehdit algılamasına” ihtiyaç var. Afganistan’daki operasyon ise bunun şu anda olmadığını gösterdi.
Nitekim NATO Genel Sekreteri, üye ülkelerin bu operasyona yeterli katkı yapmamalarından yakınıyor. NATO’nun kilit üyelerinden sayılan Türkiye bile bölgeye muharip güç göndermeyi reddediyor.
Rusya’nın Gürcistan’ı işgal etmesinin en önemli sonuçlarından biri ise, Avrupa’da “ortak tehdit” algılamasını tekrar canlandırması oldu. Rusya’yı protesto etmek için geçen hafta Tiflis’te yapılan gösteride önemli bir ayrıntı bizce yeterince dikkat çekmedi.
Polonyalı yetkililer söylese de...
Oysa, AB ve NATO üyesi Estonya, Litvanya ve Letonya’nın cumhurbaşkanlarının yanı sıra, her iki örgüte üye olmak isteyen Ukrayna’nın Cumhurbaşkanı da Tiflis’te Cumhurbaşkanı
ABD’nin Irak’ı yasadışı bir şekilde işgal etmesi uluslararası düzeni sarstı. Rusya’nın, uluslararası yasaları yok sayarak Gürcistan’ı işgal edip bölmesi ise durumu daha da kötüleştirdi.
Oysa içinde bulunduğumuz tehlikeli coğrafya, yasal uluslararası düzenin korunmasını dış politikamızın temel taşlarından biri yapmıştır. Ankara bu nedenle, Kıbrıs harekâtında veya PKK’ya karşı Kuzey Irak’ta yapılan operasyonlarda görüldüğü gibi, hep yasal çerçevede kalmıştır.
Türkiye aleyhtarları bunu sevmeseler de, Ankara’nın Kıbrıs’taki garantörlük statüsü neticede anlaşmalarla “kodifiye” edilmiştir. Ankara, sınır ötesi operasyonlarını da ülkelere kendilerini koruma hakkını tanıyan BM Şartı’nın 51’inci maddesine dayandırmıştır.
Türkiye akılcı davrandı
CHP bunu bir “zafiyet” olarak gösterse de, TSK sonuçta Kuzey Irak’taki kara operasyonunu tamamladıktan hemen sonra bölgeden çekilmiştir. Böylece niyetinin ne işgal ne de Irak’ı
Rusya’nın Gürcistan’da istediğini başardığına inananların sayısı az değil. Fakat gerçekçi bir perspektiften bakıldığında bu öyle mi? Mark Mazower gibi çağdaş tarihçiler, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün başlangıcını 1956’daki Macaristan, 1969’daki Çekoslovakya ve 1979’daki Afganistan işgallerine bağlarlar.
Onlara göre, SSCB “dışarıdan” değil, kendisinin devreye soktuğu dinamikler nedeniyle sonunda “içeriden” çöktü. 1956’da başlayan bir sürecin 1992’de tamamlanması elbette ki uzun bir zaman dilimini kapsıyor. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun nihai çöküşünün bir asırdan fazla zaman aldığını unutmayalım.
Rusya bugün yer yer zorla bir arada tutulan bir federasyondur. Özellikle de Kuzey Kafkasya’da, başta Çeçenistan olmak üzere, Moskova’dan bağımsızlık isteyen milletler var.
Rusya’nın Gürcistan’a karşı saldırısının buralarda tepki yarattığı ise kuşku götürmez.
Rusya’nın gücü etkili
R
Gürcistan, ayrılıkçı Güney Osetya’ya karşı operasyonunu başlatırken Rusya’nın bu denli şiddetli bir tepki göstereceğini tahmin edemedi. Özetle, Batı yanlısı Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, Rusya’da uzun süredir kaynayan ve taşma noktasına gelen kızgınlığı doğru okuyamadı.
Sivilleri vurmaktan çekinmeyen Rusya’nın bu aşırı tepkisi de zaten, Moskova’da Tiflis’e karşı bir operasyon için fırsat kollandığını gösterdi. Gürcistan, Güney Osetya’da “fevri davranmakla” suçlansa bile, Rusya’nın “barış gücü” kisvesi altında giriştiği şey sonuçta, BM üyesi olan ve sınırlarını korumaya çalışan Batı yanlısı bağımsız bir devlete karşı savaş açmaktır.
Bu anı kollamışlar
Başta Başbakan Putin olmak üzere, Rus yetkililerinin “Yaptıkları cezasız kalmayacak” türünden açıklamalarda bulunmaları da saldırı için bu anı kolladıklarını açıkça gösteriyor.
Kısacası, Moskova, Oset ayrılıkçılığını destekleyerek, Gürcistan’ı istediği noktaya getirip
Güney Osetya’da patlak veren ve tehlikeli bir şekilde yayılma olasılığı olan kriz aslında bekleniyordu. Kosova’nın bağımsızlığını reddeden Rusya’nın “intikamını”, stratejik çıkarlarını yakından ilgilendiren Kafkasya’da almaya çalışacağı aylardır tahmin ediliyordu.
Moskova da zaten, bölgenin giderek ABD-NATO eksenine kaymasından rahatsızlık duyduğunu hiç gizlemedi. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı (BTC) nedeniyle Gürcistan’ın Batı için kilit ülke konumuna gelmesinden duyduğu rahatsızlığı da defalarca açığa vurdu.
Moskova’nın, Gürcistan’dan kopmak isteyen Osetlerle Abhazlara arka çıktığı da zaten uzun süredir biliniyor. Tiflis’in iki cephede ayrılıkçılıkla mücadele ediyor olmasının Ruslara Kafkaslar’daki çıkarları açısından altın bir fırsat sağladığı kesin.
Ankara için hassas
Türkiye’ye gelince işler iyice karmaşık bir hal alıyor. Nedeni ise malum. Ankara’nın sadece Moskova ile değil Tiflis’le de yakın ilişkileri var. Çok sayıda Kafkas kökenli vatandaşımızın olması
Kürtlerin Kerkük iddiaları Irak’ı uzun zamandır beklenen krizin eşiğine getirdi. Üstelik ABD ve müttefiklerinin ısrarla “Irak’ta işler iyiye gidiyor” dedikleri bir sırada. Oysa Kerkük aslında bir “küçük Irak.” Bu nedenle de orada işlerin kötüye gitmesi, Irak’ta işlerin söylendiği kadar iyi gitmediğini gösteriyor.
Aslında Amerikalılar uzun zamandır sorunun farkındalar. Başkan Bush’un desteğiyle hazırlanan ve Aralık 2006 yayımlanan “Baker-Hamilton Raporu” Kerkük’teki tehlikeli durumu açıkça ortaya koymuştu.
Sorunun ancak “uluslararası arabuluculuk ve mutabakatla” çözülebileceğini belirten rapor, anayasa gereğince 2007 sonuna kadar yapılması gereken ve kentin statüsünü belirleyecek olan referandumunun da, çatışmalara neden olacağı gerekçesiyle, ertelenmesini istemişti.
Petrol yataklarını sahiplenmek
Kürtlerin hesabı ise ortada: Kerkük’ü dışarıdan gelen Kürtlerle doldurup söz konusu referandum sayesinde ülkenin en zengin petrol
Kapatma davası “badire”sini atlattık. Şimdi ortaya “büyük uzlaşma” beklentisi çıktı.
Bundan da, Başbakan Erdoğan ile CHP başkanı Baykal’ın önce bir araya gelerek kamuoyuna güzel görüntüler vermeleri ve neden oldukları siyasi gerginliği azaltmaları anlaşılıyor.
Ardından da, işbirliği anlayışı içinde günün ihtiyaçlarına hitap eden zorunlu ve acil siyasi, sosyal ve ekonomik reformları hayata geçirecekleri umuluyor. İngilizcede olmayacak temenniler için “wishful thinking” denir.
Erdoğan-Baykal görüntüsü
Biz de elbette ki, Başbakan Erdoğan ile Sayın Baykal’ın böyle bir güzel görüntü vermelerini isteriz. Ardından da, AB üyeliği yolunda gerçek anlamda ilerleyen yeni ve çağdaş bir Türkiye’nin ortaya çıkmasına katkıta bulunmalarını bekleriz.
Zaten hem AKP hem de CHP, AB üyeliğini istediklerini belirtiyor. Fakat nedense bu beklenti bize “wishful thinking” gibi geliyor. Nitekim Baykal’a göre, Anayasa Mahkemesi herhangi
Anayasa Mahkemesi’nin AKP ile ilgili kararından sonra, Batı’nın -TBMM Başkanı Köksal Toptan gibi- derin bir “Oh” çektiğini biliyoruz. Bundan da, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kaosa sürüklenme olasılığının Batı’da ne denli büyük endişe yarattığını çıkarabiliriz.
Ancak, Ankara’daki Batılı diplomatlar, özellikle Deniz Baykal’ın “Mahkeme krizi çözmemiş, tespit etmiştir” sözlerinden sonra, gelecek konusunda aşırı iyimser olmadıklarını da gizlemiyorlar.
Konuştuğumuz diplomatlar, Anayasa Mahkemesi’nin altı üyesinin, her şeye rağmen, demokrasinin evrensel ilkeleri ve Venedik kriterleri gibi faktörleri dikkate almayarak kapatma kararı verdiklerini anımsattılar.
AKP’ye ‘açık çek’ verilmiyor
Bunun da Türkiye’deki temel kavganın henüz bitmediğini gösterdiğini savundular. Söz konusu diplomatlar, AKP’nin sonunda, bir kapatma kararının kaosa yol açması endişesini duyan üyeler tarafından “kurtarıldığını” savundular. Bu üyelerin AKP’yi