ABD ve İngiltere'yi ziyaret eden Başbakan Erdoğan ve çevresinin uçakta gazetecilere yansıttıkları da bunu gösteriyor. Hükümetin askeriye ile bir polemiğe girmeyeceği, aksine ilişkileri yumuşatmaya çalışacağı anlaşılıyor. İzlenimlerim, AB kanadının da TSK ile - dolayısıyla Türkiye ile - bu konuda yıpratıcı bir diyaloğa girme heveslisi olmadığı yönündedir. AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn'in Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın sert açıklamalarını "alttan alması," ayrıca TSK'nın "profesyonelliğine" duyduğu "saygıyı" ifade etmesi de bunun kanıtı. Son günlerde Cumhurbaşkanı'ndan Genelkurmay Başkanı'na kadar herkes eteğindeki taşı döktü. Buna Türkiye'deki AB temsilcisi Hans Jorg Kretschmer de dahil. Şimdi bir "suhulet" dönemine girmekte olduğumuzu gösteren işaretler var. Bütün bunlar, tarafların görüşlerini değiştirecekleri anlamına gelmez tabii. Ancak işin önemli yanı şudur: "Eski günlerde" bu tartışmalar karakolda biterken şimdi işi sokağa dökme eğilimi pek yok. Bu da kanımca, ortam ne kadar gerilirse gerilsin, bir "ortak paydanın" oluştuğunu gösteriyor. Peki nedir bu ortak payda? Elbette ki ülkedeki göreli istikrarı bozmamak arzusu. Evet, Türkiye bugün büyük meselelerle karşı karşıya. Bu doğru. Başında ciddi bir terör belası da var. Fakat kimse bugünkü Türkiye'nin yirmi otuz yıl öncesinin Türkiye'si olduğunu iddia edemez. Özetle, Türkiye büyüdükçe istikrarsızlık nedeniyle kaybedeceklerimizin değeri de artıyor. Aklı başında olan herkes bunun farkında. Kayıpların değeri artıyor Olli Rehn'in Ankara ziyareti vesilesiyle iki gündür AB kaynakları ile iç içeyim. İtiraf etmeliyim ki, başta Yaşar Paşa'nın konuşmasına sert yanıt vereceklerini düşündüm. Fakat, dediğim gibi, eğilim "gerginliği artırmamaktan" yana.Nedeni de malum. AB Komisyonu Türkiye ile gerçekten bir tren kazası istemiyor. Trenin şu veya bu şekilde istasyona varması gerektiğine inanıyor. Çünkü, Avrupa kamuoyu ve onu yönlendiren sağ ve solun çapsız politikacıları bir yana, "konunun erbabı" Türkiye'nin Avrupa için artan öneminin farkında.Bunun Türkiye'nin "enerji koridoru" olmasından Avrupa ile İslam dünyası arasındaki ilişkiye, Ortadoğu'nun istikrarından, Avrupa'nın üzerine dev gibi gelen Çin'in artan ekonomik gücü karşısında yeni işbirliği cephelerinin acilen açılması gereğine kadar bir dizi nedeni var. AB gerginlik istemiyor Bitirmeden bir hususa işaret etmek istiyorum. Kâbil'e tayini çıkan Büyükelçi Kretschmer'in buradaki görevi sırasında Genelkurmay Başkanlığı ile sağlıklı bir diyalog oluşturamamış olmasını garipsediğimi söylemeliyim. Oysa bu temaslar, Olli Rehn'in de şikâyet ettiği "yanlış anlamaları" önlerdi. Umarım "suhulet" beklediğimiz yeni dönemde bu "handikap" da aşılır. Çünkü tarafların birbirlerine anlatacakları çok şey var. Bunların basın veya düşünce kuruluşlarının raporları yoluyla değil, doğrudan temaslar yoluyla anlatılması en sağlıklı yol olsa gerek. sidiz@milliyet.com.tr Kabil'e gidiyor ama diyaloğu yok