Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan’ın bile rejimi terk ederek Ürdün’e kaçmasından sonra, Suriye’deki siyasi dağılma sürecinin hızlanacağına inananların sayısı arttı. Bu süreç, sadece “Esad’ın gitmesine” endeksli “tek boyutlu” bir siyaset izlemiş olan Ankara için yeni sorunlar yaratacağa da benziyor.
Suriye’nin düşmesi halinde bölgedeki dengelerin ciddi şekilde bozulacağını söyleyen ilk kişi aslında Beşar el Esad’dan başkası değildi. O sırada “blöf” olarak kabul edilen bu uyarının o kadar boş olmadığını gösteren gelişmeler yaşanıyor.
Suriye daha şimdiden bölgesel olduğu kadar küresel dengeleri ciddi şekilde sarsıyor. İyice dağılmasıyla ortaya çıkacak etnik, dini ve mezhepsel dinamiklerin Ortadoğu’daki gerginliği nerelere kadar tırmandıracağı ise kestirilemiyor.
Türkiye’nin, aniden ortaya çıkar gibi görünen, ancak önceden öngörülebilmesi gereken “Kuzey Suriye meselesiyle” beklenmedik bir şekilde karşı karşıya kalması işin sadece bir boyutu.
Gelişmeler, Türkiye’nin hem bölgedeki etnik, dini ve mezhepsel ayrışmalardan, hem de rekabet içinde olan ABD ile Rusya’nın bölgedeki hesaplarından kaynaklanan başka sorunlarla da karşılaşacağını gösteriyor.
Ankara’nın bugüne kadar pek yönlendiremediği bölgesel dinamikleri bundan böyle arzuladığı şekilde yönlendirip yönlendiremeyeceği ise önümüzde duran en kritik soruların başında geliyor.

Washington frenleyebilir
Türkiye’nin son dönemde ABD ile Suriye konusunda en üst düzeyde ve çok yakın dirsek teması içinde olması, hükümetin işi Washington’la eşgüdüm içinde götürme yanlısı olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak, Ankara “eşgüdüm” ararken, Washington’un Türkiye’yi bazı kritik meselelerde frenlemeye kalkışacağı daha şimdiden verdiği işaretlerden anlaşılıyor.
Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Patrick Ventrell, 1 Ağustos’ta düzenlediği brifingde, Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca askeri varlığını takviye ediyor olmasıyla ilgili bir soruyu yanıtlarken, Ankara’nın bölgeyi “daha fazla militarize etmekten kaçınmasını istediklerini” söyledi.
Bu açıklamanın, Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Suriye bağlamında sarf ettiği “gelişmelere seyirci kalmayız, gerekirse müdahale ederiz” sözlerinden sonra gelmesi haliyle dikkat çekiyor.
Ventrell’in sözlerini, Esad’ın gitmesi konusunda hemfikir olsalar da, Ankara ile Washington’un, Suriye meselesinde her konuda mutabık olamayacaklarının bir erken sinyali olarak kabul etmek mümkün.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Suriye’deki gelişmelerin kritik bir noktaya geldiği bir sırada Türkiye’yi birkaç gün sonra ziyaret edecek olması da elbette ki bu ortamda dikkat çekiyor.
Başbakan Erdoğan’ın Başkan Obama ile yaptığı telefon görüşmesinden hemen sonra yapılacak olması nedeniyle ayrı bir önem kazanmış olan bu ziyaret sırasında, Türkiye ile ABD’nin Esad sonrası Suriye konusunda bazı ilke anlaşmalarına varmaya çalışacakları sanılıyor.

ABD kamuoyu ayağa kalkar
Bu tür bir siyasi altyapının oluşturulması aslında büyük önem taşıyacak, zira Suriye bağlamında tarafların arasına kara kedi sokma potansiyeline sahip durumlar ortaya çıkabilir.
Örneğin Suriyeli muhalifler içinden sadece Alevilere karşı değil, aynı zamanda Esad yanlısı Hıristiyanlara karşı yapılacak kanlı misilleme saldırıları ABD’deki kamuoyunu ayağa kaldıracaktır.
Ankara’nın bu sırada, özellikle de radikal Sünni unsurlara destek veriyormuş gibi görünmesi, aynen Hamas’a verdiği destek konusunda olduğu gibi, ABD kamuoyunu, Ermeni ve Rum lobilerinin de katkılarıyla, Türkiye aleyhine çevirecektir.
Türkiye’nin sadece Kuzey Suriye’deki terör unsurlarına karşı değil, bölgesel otonomi peşinde olan barışçıl Kürt siyasi yapılanmalara karşı da cephe alması ise, zamanında Kuzey Irak’ta olduğu gibi, Ankara ile Washington arasında yeni soğuklukların yaşanmasına da neden olacaktır.
Bunlar yaşanırken Türkiye’nin gelişmeleri yönlendirme konusunda sergileyeceği başarısızlık ise bu kez, hükümetin Suriye politikası hakkında zaten ciddi kaygıları olan Türk kamuoyunu ayaklandıracaktır.
Özetle, Esad’ın gitmesiyle Türkiye’nin sorunları sona ermeyecek. Gelişmeler bunu gösteriyor.