AB üyeliğini desteklemek hiçbir zaman "Fransızlaşmak" veya "Almanlaşmak" veya "Hıristiyan değerleri kabul etmek" anlamına gelmedi. Kaldı ki, bugüne kadar ne Fransızlar "Almanlaştı" ne de tersi oldu. Aynı şekilde, ne bir Ortodoks, dinen reddettiği Katolikliği ne de bir Katolik "sapkınlık" olarak gördüğü Ortodoksluğu kabul etti. Avrupa'da son 50 yıldır olan şey, ortak değerler altında toplanılmaya çalışılmasından ibarettir. Temelindeyse Avrupa'nın kanlı tarihine son verme çabası yatmaktadır. Bu çaba da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Söz konusu değerlere gelince, bunlar "dini" değil, "laik" ve "hümanist" olan evrensel değerlerdir. "Türkiye" denince Avrupalıları korkutan da budur. Zira Türkiye hâlâ, insan hakları, fikir özgürlüğü, siyasi temsil hakkı gibi temel ilkeleri "ikincil" planda tutan bir ülke görünümünden kurtulamamıştır. AB ile ilgili son yazılarım üzerine bazıları beni kutluyorlar. Bu kişilere göre "gerçekler karşısında AB'cilikten vazgeçiyor"muşum. Bu nedenle konuya açıklık getirme ihtiyacını duyuyorum. Bu olumsuzlukların "İslami kimliğimizle" ilişkilendirilmesine gelince, bu da, yukarıda sözünü ettiğimiz hümanist değerlerin, Müslüman olan ülkelerde fazla yer edinememiş olmasından kaynaklanıyor. Özetle, Avrupalıların kaygısı, onların "Hıristiyan kulübü" olmalarından değil, Türkiye'nin Avrupa'yı güden laik ve insan odaklı değerleri "içselleştirememiş" olmasından kaynaklanıyor. Çok basit bir örnek vereyim. İster Fransa'da, isterse Romanya'da veya Finlandiya'da olayım, herkes Türkiye'de kadınlara dönük kötü muameleden söz ediyor, ki bunun Hıristiyan olmalarıyla bir alakası yok. Birkaç ay önce Vilnius'ta katıldığım ve kadın olan Büyükelçimizin de hazır bulunduğu bir konferansta, bir Litvanyalının kalkıp, "Kızlarımızı ülkenize korku içinde gönderiyoruz" demesi bizleri çok rahatsız etmişti. Ancak, Türkiye'ye gelen her sarışına "Nataşa" gözüyle bakıldığı için fazla bir şey de diyemedik. Avrupalıların kaygısı Kısacası Batı, sosyal gelişmesini henüz tamamlamadığına inandığı Türkiye'deki demokrasiyi ve laikliği de "kırılgan" görüyor. İnsan hakları ve fikir özgürlüğü gibi ilkelerin ise bu ülkede kolay kolay yeşeremeyeceğine inanıyor. Bu hususların Türkiye'deki egemen erki hiçbir şekilde kaygılandırmaması, aksine hak ve özgürlüklerin bu erk tarafından "tehdit" olarak algılanması ise, Türkiye ile ilgili önyargıları canlı tutuyor.Bize dönecek olursak, AB'nin "yıkım" olacağına inananlar aslında korkularında haklılar. AB üyeliği -Cumhuriyetimizle gelen reformların uygulanmasında olduğu gibi- bazılarının dünyasını gerçekten "yıkacak." Ancak, bu kişilerin de zaten, demokrasi ve insan haklarımızın kalitesinden, sokaktaki adamın yaşam standardının yükseltilmesine kadar uzanan son derece somut ve savunulabilir gerçeklerle bir ilgileri yok. AB konusunda yazdığım kızgın yazılara gelince, bunlar, "hidayete erip" AB'nin temsil ettiği değerleri reddetmeye başladığım anlamına gelmiyor. "Hidayete erdim" diye beni kutlayanların Avrupa'daki sağcı kuzenlerinin bu değerleri unutmaya başlamalarına kızıyorum. sidiz@milliyet.com.tr Demokrasiyi kırılgan görüyor