Lizbon'da perşembe günü imzalanan AB antlaşması, Fransızlarla Hollandalıların 2005'te "Avrupa Anayasası"nı reddetmeleriyle ortaya çıkan krizi sona erdirmiştir. Özetle, AB'nin artık seçilmiş bir Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile yetkileri artırılmış bir parlamentosu olacak. Sarkozy'yi "ikiyüzlü, patolojik bir vakıa" ilan edelim. Türkiye aleyhinde attığı adımlardan dolayı da, cezalandırabiliyorsak, mutlaka "cezalandıralım." Fakat Avrupa'da neler olduğunu ve Türkiye'nin "Avrupa projesi"nden niçin dışlanmaya başladığını da anlamaya çalışalım. Birlik böylece dağınık görüntüsünün üstesinden gelip dünyada etkin bir oyuncu olmayı hedefliyor. Bu arada AB'nin bağlayıcı olan bir "Temel Haklar Şartı" da olacak. Bunun özünü de "eşitlik", "dayanışma" ve "her türlü ayrımcılıkla mücadele" ilkeleri oluşturacak. Bunlar çok önemli ilerlemelerdir. AB de bu yüzden Sarkozy'nin şantajına boyun eğmiştir. Daha önce de dediğimiz gibi, Türkiye'nin AB üyeliğinin giderek "farazi" bir hal almaya başladığı bir sırada AB üyeleri Sarkozy ile bu konuda kavgaya girip "Avrupa projesi"ni tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdir.Sarkozy de Türkiye aleyhindeki projesini ustalıkla uygulayıp AB'yi istediği noktaya getirmiştir. Bu olurken, Türkiye de Avrupa'da kendisini savunanların elini güçlendirecek adımları atmamıştır. Peki neden? AB şantaja neden boyun eğdi? Geçmişe baktığımızda, AB projesini özü itibariyle benimsediğimizi söylemek güç. Bu konuyla bugüne kadar sadece ihtiyaç duyduğumuz ölçüde ilgilendik. Yoksa Avrupa'nın alacağı şekil ve Türkiye'nin bunun için nasıl değişmesi gerekeceğini samimi bir şekilde hiç tartışmadık.AB'ye duyduğumuz ihtiyacı belirleyen faktörler de hep değişti. AKP'nin AB perspektifine sarılmasıyla laik kesimle büyüyeceği daha ilk günden anlaşılan mücadelesi arasında bir ilinti olduğu açık. Yoksa AB projesinin AKP'nin dünya görüşüyle uyumlu olduğunu söylemek zor. Nitekim, AB'nin temelindeki ilkeleri savunan AİHM'nin türban kararı AKP'de hâlâ hazmedilebilmiş değil. Türban kararı hazmedilebilmiş değil AB perspektifinin temsil ettiği değerleri savunması gereken bir CHP'nin ise, sırf AB'ye AKP sahip çıktı diye, aksini yapması da diğer bir örnektir. "Sosyal demokrat" iddiasında olan bu partinin 301'i savunmasının temelinde yatan da budur.Bu arada Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın AB üyeliğini geçmişte defalarca "stratejik bir zorunluluk" ilan etmesine rağmen, TSK da bu sözlerin yansıttığı anlayışı benimseyememiştir. Bırakın benimsemeyi, ordumuz bugün AB'yi "siyasallaşma sürecindeki PKK ile işbirliği içinde olan bir örgüt" olarak görmektedir. AB'nin yeni "Temel Haklar Şartı" bu algılamayı daha da arttıracaktır. Özetle, AB Türkiye'yi bugüne kadar ne kadar oyaladıysa, Türkiye de AB'yi o ölçüde oyalamıştır. AB'den Türkiye'ye bugün yöneltilen eleştirilerin beş, hatta on yıl önceki eleştirilerle aynı olması da bunun kanıtıdır.Bu genel görüntüye baktığımızda, Türkiye ile AB arasındaki "kan uyuşmazlığından" söz ederken neyi kastettiğimiz daha iyi görülüyor. Yoksa Sarkozy'nin "ikiyüzlü, patolojik bir vakıa" olduğunu tüm dünya görüyor. Fakat sorunun temelinde yatan bu değil. Çok daha derin bir şey. sidiz@milliyet.com.tr Türkiye de AB'yi oyaladı