Bu açıdan en vahim gelişme, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun 10 gün kadar önceki sözleriydi. Barroso, birçok Avrupalı tarafından farklı bir kültüre ait olduğu düşünülen Türkiye'nin AB üyeliği sürecinin her iki tarafı çok zorlayacağını söyledi. Son yazılarımda AB üyeliği konusunda Türkiye'nin de kendi "hazmetme kapasitesi" ile tanışmaya başladığına işaret etmeye çalıştım. Bu kez projektörü tekrar Avrupa'nın "hazmetme kapasitesi"ne çevirmek istiyorum. Daha sonra "yanlış anlaşıldığını" belirtse de, bu sözleri Avrupa'da ve Türkiye'de, "Türkiye'nin üye olması zor" diye algılandı. İkinci vahim yaklaşım Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel'den geldi. Avusturya'da yayımlanan "Die Presse" gazetesine konuşan Schüssel, "Türkiye'ye, ismi 'üyelik' de olsa, ayrı bir statü verileceğini" söyledi. Ardından, "Türkiye'nin, Macaristan'ın sahip olduğu statüye sahip olmasını olası görmediğini" belirtti. Bu arada, ülkesinin Türk işçilerine açılmaması için "çaba sarf edeceklerini" de vurgulayarak sokaktaki Avusturyalının asıl korkusunu da tekrar dışa vurmuş oldu. Türk işçileri sorunu Arkası kesilmeyen bu tür açıklamalar, "Türkiye" tartışmasının müzakere sürecimizin sonuna kadar süreceğini gösteriyor. Ancak, meydanın Türkiye'ye bu gözle bakanlar açısından boş olduğunu da söylemek hatalı olur. İster kendi çıkarları için olsun, ister buna gerçekten inandıkları için olsun, isterse Avrupa'nın tekrar "kültür eksenli" ve "dışlayıcı" bir arayışa girmesinden duydukları rahatsızlık nedeniyle olsun, bu yaklaşıma karşı çıkan Avrupalıların sayısı da az değil.Bunu son olarak Litvanya Cumhurbaşkanı Valdas Adamkus'un Milliyet'e, Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen'in Avusturya'da yayımlanan "Kurier" gazetesine verdiği demeçlerde ve Atina'yı ziyaret eden Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'ın açıklamalarında gördük. 'Dışlayıcı arayış' Bu gerçeği, BBC World'de cumartesi günü yayımlanan ve bir tarafta Alman Yeşilleri adına konuşan Cem Özdemir ile İngiliz İşçi Partisi kökenli Avrupa Parlamentosu üyesi Gary Titley'in, diğer taraftaysa -Avrupa sağını temsilen- Macar ve Avusturyalı Avrupa Parlamentosu üyeleri Gyorgy Schopflin ile Paul Ruebig'in yaptıkları hararetli tartışma da ortaya koydu.Schopflin ile Ruebig'in tutarlı bir yaklaşım sergileyemedikleri bu uzatmalı tartışma sürerken, hangi argümanların sonunda ağırlık kazanacağını yine tek bir şey saptayacak. O da Türkiye'nin "Avrupalı olma" yolundaki hevesi, kararlılığı ve çabası. 'Avrupalı olma' hevesi Atatürk sağken ve 1940'ların ortasına kadar gayet belirgin olan bu boyut, günümüz Türkiye'sinde artık iyice bulandı. Türkiye'nin AB perspektifinin asıl zayıf halkası budur. Yoksa, özellikle Avrupa'nın sağından yansıyan "kültür eksenli" çatlak sesler değil. ***"Pew Global Tavırlar Araştırması" ile ilgili son yazımda, araştırmanın "50 ülkede 90 bin kişinin sorgulanması"yla yapıldığını yazdım. Oysa 13 ülkede 14 bin kişi sorgulanmış. Verdiğim diğer rakamlar ise doğrudur. Bu ilginç araştırmayla ilgilenenler www.pewglobal.org adresine bakabilirler. semihi@cnnturk.com.tr Çatlak sesler