Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ancak, Avrupalı ülkeler bu sorunları büyük ölçüde kendi hukuk düzenleri içinde halledebiliyorlar artık. Avrupalılar tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açılan işkence ve kötü muamele davalarının sayısı da bu yüzden nispeten az. Bu tür ihlallerin ülkelerini küçük düşürdüğü anlayışı da Avrupa kamuoyunda önemli ölçüde yerleşmiş bulunuyor. Kısacası, insan hakları, kültürün bir parçası haline gelmiş durumda. Batı'nın bu açıdan ideal bir dünya yarattığını söylemeye çalışmıyorum. Fakat, Avrupa'ya iltica etmeye çalışanların sayısının sürekli arttığı da bir gerçek. İnsan hakları açısından sağlanmış olan ileri düzeyin bu gelişmede oynadığı rol yadsınamaz. İnsan hakları Batı'ya da kolay gelmedi. Bugünlere gelene kadar büyük badireler atlatıldı. Zencilere, Yahudilere yapılanlar ise hâlâ hafızalarda. Bugünlerde ise Müslümanlara karşı ihlaller artıyor. Bunları her gün basından takip ediyoruz. Türkiye'de ise insan hakları konusu hâlâ sorun olmaya devam ediyor. AB Komisyonu, Türkiye hakkındaki ilerleme raporunu ekim ayında açıklayacak. Sızan bilgilere göre, raporun en ağır bölümleri yine insan hakları ihlalleriyle ilgili olacak. Reformlara rağmen, Türkiye'de hakların hâlâ önemli ölçüde ihlal edildiği vurgulanacak. Yetkililerimiz de, tabii ki, bunu inkâr edecekler. "Sistematik" bir durumun söz konusu olmadığını, olayların "münferit olduğunu" tekrarlayacaklar. AB karşıtları da -her zamanki gibi- raporu "kasıtlı" olarak "Türkiye aleyhtarı" olmakla suçlayacaklar. Ancak, önemli bazı nesnel gerçekleri de göz ardı edecekler. Oysa bu gerçekler Türkiye'nin insan haklarına gösterdiği önemi ortaya koyuyor. Bu konu açısından nerede olduğumuzu gözler önüne seriyor. Son örneği İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah sağlamış oldu. Cerrah, Lübnan'a asker gönderilmesine karşı çıkan dört üniversiteli gencin bir güruh tarafından linç edilmeye çalışılmasını "güzel bir tepki" olarak değerlendirdi. Benzeri bir tepki daha önce de devletin bir valisinden gelmişti. Peki, bu konumdaki yetkili kişiler bunları nasıl söyleyip de yerlerinde kalabiliyorlar? Aslında sorunun yanıtı basit. Raporda ihlaller bildiriliyor İnsan hakları sonuç itibariyle bir bilinç ve kültür meselesidir. Kamu güvenliğini sağlama görevi sırasında bu haklara gösterilen saygı ise, bir ülkenin insani açıdan kalitesini saptıyor. Türkiye'deyse, hâlâ "tehdit" olarak görülen bu bilinç ve kültüre karşı direnç devam ediyor. O kadar ki, en üst düzeydeki devlet yetkililerimiz, vahşi linç girişimlerini rahatlıkla ve işlerinden olma korkusu yaşamadan övebiliyorlar.Bu, tabii ki, uygar Türkiye özlemi açısından utanılacak bir durumdur. Ne Sayın Cerrah'ın, ne de başkasının, Türkiye'yi "vahşi" bir yermiş gibi göstermeye hakları yok. Ayrıca, bu kademedeki devlet yetkililerinin bu tür şeyleri söyleyebilmeleri, ilerlemeye çalışan Türkiye açısından umut kırıcı oluyor. Dahası, dediğimiz gibi, bunlar Türkiye'yi küçük düşürüyorlar. Çünkü, uygar dünyada bir valinin veya bir polis şefinin bir linç olayını övmesi, överse de işinde kalması düşünülemez. Oysa Türkiye'de oluyor bu. sidiz@milliyet.com.tr Uygar Türkiye özlemine darbe