Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geri kalmış Müslüman ülkelerdeki fakir kitlelerin ne denli kolay bir şekilde kışkırtılıp temsil ettikleri dini lekeleme noktasına itilebileceklerini bir kez daha görüyoruz. “Şapşal bir filme karşı bu denli öfke neden?” başlığı ile önceki gün konuyu irdeleyen Hürriyet yazarı Ahmet Hakan haklı. Sorun İslam’da değil.
Gösterilen bu tepkilerin temelinde büyük olasılıkla Batı karşısında yenilgiye ve haksızlığa uğratılmış olma duygusu yatıyor. Bu durumda, Hakan’ın dediği gibi, “Değer üreterek mahcup eden türde cevaplar veremeyen İslam dünyası, işte bu nedenle kendi fukarasının ölçüsüz tepkisine teslim olmuş durumda.”
Ancak, geçerli olsa bile, bu açıklama İslam dünyası açısından var olan ciddi sorunu ortadan kaldırmıyor. Zira “karşı tarafın” tahrikçileri -ki bu sefer Mısır kökenli fanatik bir Kıpti dolandırıcı çıktı- İslam alemindeki fukaranın “ölçüsüz tepkilerine” güveniyorlar.
İster Danimarka kaynaklı sağcı karikatüristler olsun, ister Amerika’da Kuran yakan rahip olsun, isterse şimdi cahil güruhu sokağa döken filmin yapımcıları olsun, her keresinde güdümlü füze maharetiyle tam hedeflerine ulaşıyorlar.
Ardından da “fikir özgürlüğü” diyerek, “Libya’daki Amerikan Büyükelçisi’ni biz değil, insani değerlerden nasibini alamamış tahammülsüz Müslümanlar öldürdü” sözleriyle belli bir kamuoyu desteği bile sağlayabiliyorlar. İşte İslam alemi açısından var olan ciddi sorun tam bu noktada ortaya çıkıyor.
Zira niyeti bozuk olan herhangi bir şahıs, mevcut dünya düzeninin temel unsurlarından biri olan iletişim teknolojileri sayesinde, kendi salonunda elindeki cep telefonuyla Müslümanları rencide edecek bir şeyler çekip internete verebilecek durumdadır.
Başka bir deyişle, özellikle geri kalmış olan Müslüman ülkelerdeki lümpen unsurları her an İslam dinini lekeleyecek şekilde sokağa dökebilme yeteneği, Batı’daki İslam karşıtı aşırı unsurların arayıp da kolay bulamayacakları bir silahtır. Bu durumda sorumluluk da sadece kendi kamuoylarını başkalarının kutsal değerlerine saygı gösterme konusunda eğitmesi gereken Batılı yönetimlerde değil.
Nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olan ülkelerin yöneticilerine de, kendi insanlarını, duyguları ve güdüleriyle değil, akıllarıyla hareket etme konusunda eğitme yükümlülüğü düşüyor. Aksi takdirde, her keresinde görüldüğü gibi, sonunda asıl sıkıntıyı yaşayanlar yine Müslümanlar olacaktır.
Sırası gelmişken Başbakan Erdoğan’ın Libya Büyükelçisi’nin acımasızca öldürülmesini, “ancak”lar ve “fakat”larla bezemeden “en sert şekilde nefretle kınamasını” takdir etmek gerekiyor. Sonuçta Türkiye’de ve AKP tabanında Amerikan Büyükelçisi’nin öldürülmesine “oh olsun” gözüyle bakanların olduğunu tahmin etmek güç değil.
Erdoğan, krize neden olan filmi de kınamakla birlikte, sözünü sulandırmadan bu olayı şiddetle kınayabildi. Ancak bu durumlarda kınamak yetmiyor. Dediğimiz gibi, Müslüman ülkelerdeki kitleleri, tahriklere kapılmanın sonuçta kendileri ve dinleri açsından yarattığı olumsuzluklar konusunda ikna etmek gerekiyor.
Bu ise hiç de kolay değil, zira bunun başarılı olması için söz konusu kitlelerin bilinçlenme yönünde belli bir mesafe kat etmiş olmaları gerekiyor. İster çıkarları peşinde koşan Amerika nedeniyle, isterse Beşar el Esad gibi ABD düşmanı olan bölgesel diktatörlükler nedeniyle olsun, söz konusu kitleler bugün bu bilinçten uzaklar.
Arap Baharı ise bu açıdan umutların doğmasına neden olmuştu. Tahrir Meydanı’nda Mübarek karşıtı gösteriler ilk patlak verdiğinde, yeşil bayraklardan ziyade “demokrasi, fikir özgürlüğü, insan hakları istiyoruz” türünden pankartların görülmesi de umutları arttırmıştı.
Ancak gelişmeler, “Arap Baharı”ndan artık pek söz edilemeyeceğini gösteriyor. Bölgedeki mevcut durum “bahardan” çok umutların solduğu bir “sonbahara” işaret ediyor. Ortadoğu için arzulanan insan haklarına dayalı demokratik yapılanmaların da eldeki mevcut kumaştan çıkmasının zor olduğu görülüyor.
Bölgedeki kitleler tahrikler karşısında daha sağduyulu davranmayı öğrenene kadar bu durumun pek düzeleceği de yok. Uzun lafın kısası ABD’ye kızmak sorunu çözmüyor. Bu gibi durumlarda çözümlerin dışarıda değil, içerde aranması gerekiyor.