Berlin Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik'in, şikâyet edilen türban konusunun Ankara'dan gelen bir genelgeye dayandığını, bunun da sadece kimlik ve pasaport için geçerli olduğunu anlatmaya çalışmasını duymazlıktan gelmesi ise, Erdoğan'ın bu türban konusunda otomatik bir tepki mekanizması geliştirdiğini gösteriyor. Oysa, söz konusu genelge ne İrtemçelik'in icadı ne de Dışişleri Bakanlığı'na ait bir tasarruf. İçişleri'nden çıkmış bir genelge bu. Buna rağmen, Erdoğan oradaki başörtülü kızın sözlerinin neyle ilgili olduğunu anlamaya çalışmadan hıncını İrtemçelik'ten almaya kalktı. Başbakan Erdoğan'ın, konunun özünü bilmeden, kendi devletinin bir büyükelçisini -üstelik kendisinin bile "Buraya provokasyon için mi geldiniz?" diye azarladığı bir kitle önünde- küçük düşürmesi Türkiye Cumhuriyeti adına güzel bir görüntü vermedi. 1970'li yıllarda 6 yıl boyunca Dublin Büyükelçiliğimizde mahalli kâtip olarak çalıştım. Elçiliğimiz küçüktü ve pasaport işleriyle de ilgileniyordum. O yıllardan anımsadığım şey, bize vize için gelen, örneğin Suudi Arabistan vatandaşlarının eşleri ve kızları için yüzü ve başı açık fotoğraf istememizdi.Başka bir ifadeyle, Başbakan yeni öğreniyor olsa da, burada yıllara dayanan bir uygulama söz konusu. Bu elbette ki zaman içinde beraberinde bazı esneklikleri de getirdi. Örneğin, ninelerimizin başı örtülü fotoğraflarının kabul edilmesi veya hacca giden kadınların yüzlerinin belirgin bir şekilde görülmesi şartıyla pasaportları için başörtülü fotoğraf verebilmeleri gibi. Başbakan Erdoğan da, "refleksif" tepkisini göstermeden önce bunları düşünüp devlet adamlığına daha uygun bir tepki gösterebilirdi. Bunu yapamadığı için, hassas bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde alevlenmesini hiç istemeyeceğini sandığım bir tartışmayı kendi eliyle körüklemiş oldu. 'Refleksif' tepki Yazımı bir anımla tamamlamak istiyorum. Yine 70'li yıllardı. Kardeşimin Paris Başkonsolosluğumuzda görülecek bir işi vardı. Babamızın kıdemli bir diplomat olmasına rağmen, demokrat biri olarak "torpil" kullanmak istemedi. Normal bir vatandaş olarak başvurdu. Konsoloslukta otorite taslayan küçük ve hazımsız bir memur kardeşimin yüzüğüne taktı. Adının baş harflerinden oluşan EFİ motifli bir yüzüktü. Memur bunun "gizlenmiş bir haç" olduğunda ısrar ederek, "Sen buralarda gâvurlaşmışsın" diye kardeşimin işini yokuşa sürmeye kalktı. Bunun üzerine biz de, "baba torpili"ni devreye sokup işi halletmek zorunda kalmıştık. Aradan 33 yıl geçti. Ama, bu kez zıt bir perspektiften de olsa, hâlâ aynı noktalarda seyrettiğimizi görüyorum. Oysa, laik ve demokrat olma iddiasında olan ve hem başörtülü, hem de başörtüsüz vatandaşları bulunan bir ülke olarak bu işleri suhuletle ve çok daha mantıklı bir şekilde halledebilmeliyiz. Ancak bunun yolu, Başbakan'ın, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden bir büyükelçimizi halkın önünde haksız yere azarlaması ve küçük düşürmeye çalışması olmasa gerek. semihi@cnnturk.com.tr Seçilen yol yanlış