Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Turan'ı, rahmetli babalarımızın mesleği nedeniyle 1960'lı yılların başında birlikte bulunduğumuz Belgrad'dan bu yana tanırdım. Kaderlerimiz de farklı değildi. İkimiz de yabancı ülkelerde doğduk. İkimiz de üniversitede aynı şeyleri okuduk. İkimiz de sonunda baba mesleği olan hariciyecilik yerine gazeteciliği seçtik. Dün toprağa verdiğimiz Turan Yavuz sadece sevdiğim ve takdir ettiğim bir meslektaşım değildi. Aynı zamanda çocukluk arkadaşımdı. Hatta kardeşimdi. Ailelerimizin çok yakın olması nedeniyle iç içe sayılırdık. Sevgili annesi Nilüfer Teyze benim için bir ikinci anne, ablası Necla da olmayan ablam gibiydi. Hâlâ da öyleler. Turan son derece düzgün ve dürüst bir insandı. Dostlarına karşı kendisine zarar verecek ölçüde cömert olan biriydi. Gazeteci olarak da hem kaynaklarında hem de okurlarında güven hissi uyandırırdı. Abartı, sansasyon, kendi reklamını yapma gibi şeylerin peşinde değildi. Bazıları gibi arsızca para pul peşine düşseydi, banka hesabı herhalde çok daha kabarık olurdu. Turan sadece tutkuyla bağlı olduğu işini iyi yapmak isterdi. Bu onun için yeterliydi. Çok iyi bir gazeteci olması da zaten, pahalı otel lobilerinde, özel yatlarda, orada burada kurulan yılışık ilişkilere değil, her zaman doğruluğu ön planda tutan biri olmasına dayanırdı. Amerika'dan Türkiye'ye döndüğünde, normal koşullarda gıpta edilmesi gereken bu vasıflarının Turan'ın pek de lehine işlediği söylenemez. Hatta, Tansu Çiller'in ABD'deki mal varlığını ortaya çıkaran ve hükümeti sarsan büyük haberi kendisini birçok çevre için "tehlikeli" kıldı. İşine tutkuyla bağlıydı Türkiye'de kendisiyle oynanması ve oradan oraya savrulmasına rağmen Turan başını hep dik tuttu. Bu arada çok güzel işlere imza attı. Bunlardan biri mali sıkıntılara rağmen yaptığı ve Leon Troçki'nin İstanbul'daki sürgün günlerini konu eden belgeseldi. Bunun Türkiye'de ne kadar takdir edildiği tartışılabilir. Fakat dışarıda yeterince takdir gördü. Bu yüzden de Milano Uluslararası Film Festivali'nde belgesel dalında birincilik ödülünü aldı. Böylece, Türkiye'de kaliteli iş yapanların önce dışarıda takdir görmeleri şeklindeki kaderlerine Turan da ortak oldu.Turan Türk-Amerikan ilişkilerinin kritik dönemlerine ışık tutacak önemli kitaplar da yazdı. Bunların araştırmacılar için yıllar boyunca temel kaynak olarak kalacağı tartışma götürmez. Başını hep dik tuttu Peki, Turan'ın hiç mi kusuru yoktu? Çok büyük bir kusuru vardı. Aşırı derecede sigara içerdi. Hastalığının ilerlemiş olduğu bir aşamada Milliyet'te çalıştığı odasında camı açmış gizli gizli sigara içerken yakaladım kendisini bir gün. Biraz da kızarak "Kimi kandırdığını sanıyorsun?" dediğimde, "N'apim, içmeden çalışamıyorum" demişti. Tekrar çalışabilmek aklından hiç çıkmıyordu. Ölümünden birkaç gün önce Fikret Bila ve Serpil Çevikcan ile kendisini hastanede ziyaret ettiğimizde, bitik haline rağmen, "Yat yat sıkıldım artık, kalkmak istiyorum" demişti. Sevgili Turan son dakikasına kadar hayata böyle tutunan biriydi. Başta eşi Ayda olmak üzere kederli ailesine başsağlığı diliyorum. Huzur içinde yat kardeşim Turan. Seni çok özleyeceğim. sidiz@milliyet.com.tr Kusuru çok sigara içmekti