Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Vatandaşımız Aydın Tufan Tekin’in Lübnan’da kaçırılması, AKP iktidarının Ortadoğu genelinde ve özellikle de Suriye bağlamında hesapsızca izlediği, ihtiyatsız ve maceracı politikaların bir sonucu olarak karşılaşacağımız türden durumlara işaret ediyor.
Tekin’i kaçıran Bekaa merkezli ve Hizbullah bağlantılı Şii Mekdad aşiretinin sözcüsü Mahir el Mekdad, AFP’ye verdiği demeçte, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından kaçırılan Hasan el Mekdad’ın acısını Türkiye’den çıkarmaya hazır olduklarını açıkça ilan etti.
Mahir Mekdad, ÖSO’nun başlıca destekçileri olan Suudi Arabistan ve Katarlıların ise bu aşamada endişe edecekleri bir şey olamadığını söyledi. “Neden Türkler?” sorusunu ise “çünkü Türkiye ÖSO için harekât alanı” diye yanıtladı.
Özetle söylemek gerekiyorsa, Türkiye açısından ortaya çıkan görüntü giderek netleşiyor: Sünni ağırlıklı Suriyeli muhaliflerin baş kışkırtıcısı olarak görülen Türkiye, sadece Suriye’de değil Lübnan’da, hatta Körfez genelinde Şiiler tarafından artan bir şekilde düşman olarak belleniyor.
Aylar önce bu konuda uyarı niteliğinde yazılar yazdığımda, hükümet çevreleri ve bizdeki, İslamcılar tarafından “konu hakkında cahil olmakla” ve “mezhep meselesini kasıtlı olarak kurcalamakla” suçlanmıştım. Oysa gelişmeler ortada.
Gelinen noktanın, benim ve benim gibi düşünen ve yazanların değil, Ankara’nın izlediği ve bölgemizde neredeyse herkes tarafından bu aşamada, doğru veya yanlış, “Sünni yanlısı ve Şii aleyhtarı” olarak algılanan politikaların bir eseri olduğu artık görülüyor.
Bu “arka planın” netleşmeye başladığı bir sırada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, birkaç gün önce Mekke’de gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın olağanüstü zirvesinde, “Şii-Sünni kavgası İslam dünyasını ortaçağa taşır” demiş.
Bölgede hiçbir zaman çözülememiş olan ve her zaman barbarlığa zemin hazırlamış olan mezhep ayrışmasına bakınca, Gül’ün sözleri karşısında insanın, “Ortadoğu ortaçağdan hiç kurtulmuş mu ki oraya taşınabilirmiş?” diyesi geliyor.
Bu arada Mekke’deki zirve sırasında Cumhurbaşkanımızın adaşı Suudi Arabistan Kralı Abdullah da, Riyad’da bir “mezhepler arası diyalog merkezi” kurulmasını önermiş ki, bundan daha büyük bir samimiyetsizlik az bulunur.
Kral Abdullah’ın sözlerine bakıp Vahabiliğin merkezi olan Suudi Arabistan’ın kendi Şiilerine bugüne kadar insanca davrandığını sanabilirsiniz. Bırakın bunun gerçekle ilgisi olmayışını, Suudi Arabistan’ın, “Arap Baharı” çerçevesinde temel insan hakları için sokaklara dökülen Şiileri ezmek üzere geçen yıl Bahreyn’e ordusunu nasıl gönderdiği de unutulmuş değil.
Bu arada, Suriye’deki zulüm hakkında onca laf edilirken Suudi Arabistan’daki Vahabi yönetimin, ağırlıklı olarak ülkenin “Doğu Eyaletinde” yaşayan ve nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Şiilere karşı bugün bile uyguladığı zulümden ne hikmetse söz eden yok.
Hal böyleyken o ülkede bir “mezhepler arası diyalog merkezi” kurulması önerisi sadece kötü bir şaka olabilir. Aslında böyle bir merkez için en ideal ülke, nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olmasına karşın, Cumhuriyetini laik düzen üzerine oturtmuş olan Türkiye olabilirdi.
“Olabilirdi” diyoruz zira, Türkiye bu açıdan “tarafsız” konumunu AKP’nin güttüğü politikalar sayesinde kaybetti. Bu nedenle de İran ve Irak rejimleriyle bile bugün kavgalı duruma düştü.
Alevilik konusunda AKP cenahından yansıyan rencide edici sözleri bile bu çerçevede görmek mümkün.
Onun için başlıktaki soruya dönecek olursak, Türkiye, Irak’ta önceki gün tekrar onlarca insanın ölümüne neden olan bombalı saldırılar gibi, artan tahriklerle giderek keskinleşen mezhep savaşının neresinde duracak?
Hükümetin bölgeye dönük politikalarına bakınca bunun yanıtı sanki kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aydın Tufan Tekin’in bu politikanın masum kurbanı olmamasını dileriz.