Sosyolog Nilüfer Göle’nin, Gezi Parkı protestoları ve karşı refleks konusundaki analizinin şu satırları bir tuzağa işaret ediyordu:
“Müslümanlar ve Cumhuriyet arasında onarıldığı düşünülen yara yeniden kaşınıyor... Birbirine yabancı iki Türkiye’nin en yakınlaştığı, aradaki duvarların kalktığı, seküler ve dini sınıfların törpülendiği bir dönemde laiklik ve İslamcılık karşıtlığı yine gündeme oturtuluyor. Eski Türkiye’nin refleksleri, bumerang gibi gelip yüzümüze çarpıyor...”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sokağa dökülenlere yanıt verdiği konuşmalarında, başörtülü genç bir anneye saldıranları, Dolmabahçe’de camiye hakaret edenleri ısrarla konu ediyor. Menderes’ten söz ederken, Türkçe ezanın aslına nasıl döndüğünü anlatıyor.
Ve epeydir unutulan bir slogan son günlerde Ak Partili kalabalıkların dilinde:
“Mücahit Erdoğan.”
Alt alta sıralandığında ortaya çıkan bu manzara, Göle’nin işaret ettiği gibi, birbirine yabancı iki Türkiye arasındaki mesafenin yeniden açılmaya başlaması anlamına mı geliyor? Laik-antilaik hafızamız yeniden mi hortlatılıyor?
Tabii, o mesafe gerçekten kapanmaya yüz tutmuş muydu?
Önceki gece, Beyaz TV’de, Basın Kulisi programında Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’le birlikteydik.
Çelik, çok deneyimli bir politikacıdır. Aynı zamanda akademisyendir ve kimlik üzerine önemli sosyolojik çalışmaları vardır.
Kendisine Göle’nin analizini sordum. Bu konulara kafa yormuş biri olarak yorumlamasını istedim.
“Memlekette hayat tarzıyla ilgili endişesi olanların endişesini gidermek de bizim görevimiz” diyerek söze başladı ve şunları söyledi:
“Biz iktidara geldiğimizde, ‘Türkiye İran olacak’ diyorlardı. Toplumun önemli bir kısmı, hatta bize oy verenlerin önemli bir kısmı bunun böyle olmadığını gördü. İçtiği halde bize oy verenler var. Teşkilatımızın yarısının başı açık. Ak Parti muhafazakar demokrat bir partidir. Ama bu, ‘Başbakan başı açığa saldırı yapıldığında bunu dillendirmez’ anlamına gelmiyor. Ak Parti’nin değer verdiği şeyler saldırı konusu oluyorsa Başbakan bunu dillendirmek, kendisine bel bağlayan kitlenin hissiyatına tercüman olmak zorundadır. Bir ayrıştırma yapmak için bunu söylemiyor. Ama açık söyleyeyim; bu ‘Mücahit Erdoğan’ sloganlarını ben de tasvip etmiyorum. Bunlar daha çok Milli Görüş döneminden kalan sloganlardır. Biz, bir kitle partisiyiz. Birilerinin gözünde sayın Başbakan böyle olabilir ama kuruluşumuzdan bu yana bizim pek kullandığımız sloganlar değil bunlar.”
‘Sol beklentiye cevap’Çelik, “Ak Parti’nin muhafazakarlığı kültürel ve moral alanla sınırlıdır. Ak Parti ekonomide, Türkiye’yi dünyaya, dünyayı Türkiye’ye taşımada muhafazakar bir parti değil. Aksine reformist. Bu manada aslında batıdaki sol partiler bize benziyor. Almanya’da bizim tabanımız sosyal demokrat partiye oy veriyor. Türkiye’ye geldiği zaman ise bize oy veriyor. CHP’ye oy vermiyor. Sol beklentilere de cevap veren; ezilmiş, itilmiş, gecekonduda alt düzeyde yaşamaya çalışanların sesine kulak verdiğimiz için 7 sandıktan galip çıktık” diyor.
“Mesafe ortadan kalkmıştı”Bu noktada, şu mesajı veriyor Çelik:
“Endişeli laikler dediğiniz kesimle aradaki mesafe aslında ortadan kalkmış vaziyetteydi. Fakat birileri bunu istemiyor. Dolayısıyla bizim de başkalarının da bu tuzaklara gelmemesi gerekiyor. Bizim gibi yaşamayanların, hissetmeyenlerin, hayatını bizim gibi düzenlemeyenlerin endişesi varsa biz onların endişesini gidermek için azami gayret gösteririz. Ama onlar gerçekten bizi dinlemeye hazır iseler. Çünkü Einstein, ‘Peşin hükümleri parçalamak atomu parçalamaktan zordur’ diyor.”
“Daha çok anlatmamız lazım”Çelik, “Sesinizi duyurmak istediyseniz, sesinizi duyduk. Laiklik konusunda endişesi olanlara kendimizi daha çok anlatmamız lazım” dedikten sonra, “cumhuriyetin kazanımlarına” dönük şu vurguyu yapıyor:
“Padişahlık isteyen bir geri zekalı yok bizim içimizde. Cumhuriyet, demokrasi olmasaydı Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Erdoğan Başbakan, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde doğan ben bakan olamazdım. Bu cumhuriyeti bürokratik bir cumhuriyet olmaktan çıkarıp demokratik bir cumhuriyet yapmaya çalışıyoruz. Birbirimize zarar verelim derken çocuklarımıza zarar veriyorsak, bu akılsızlıktan vazgeçmeliyiz.”
“Makul muhalefet eksikliği”Çelik, “Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Bize oy vermeyenler, bize sırılsıklam karşı manasına gelmez. Yüzde 35 kesinlikle karşı. ‘Oy verebilirim de vermeyebilirim de’ diyenlerle oyumuz 65’e çıkabiliyor. Hadisenin bu kadar prim yapması muhalefet boşluğu. Bu kıvılcım, Türkiye’de parlamento zemininde bir muhalefetin olmamasından dolayı. Makul, toplumun meselelerini Meclis’e taşıyabilen bir ana muhalefet partisi olsaydı bunlar olmazdı” görüşünde.
Çelik, “Umarız ki bu olaylar kötü bir rüya olarak geride kalır. Bu gemi su almaya başladığı zaman hepimiz helak olabiliriz. Kaosa teslim olmuş, anarşinin kol gezdiği ülkelerde dünyanın en zengin adamı olsanız ne yazar? Fakirin kaybedecek bir şeyi yok. Esas kaybedecek olan zenginlerdir. Şu son olaylara çanak tutan, bu işlere kumanya taşıyan, finans desteği sağlayanlar var, hepsi teker teker toplumun önüne serilecektir” diyor.