Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çıkın Ankara’nın havasından

Milliyet yazar ve muhabirleri, (soldan sağa)?Önder Yılmaz, Serpil Çevikcan, Fehim Genç, Can Dündar, Ayşegül Sönmez, Derya Sazak, Fikret Bila, Meral Tamer, Defne Samyeli, Güneri Cıvaoğlu, Mehmet Tezkan, Aslı Aydıntaşbaş ve Namık Durukan, Güneydoğu’nun nabzını tuttu. Milliyet ekibi tarihi Sülüklü Han’da hatıra fotoğrafı çektirdi.

DİYARBAKIR

Ofis semtinde, cadde üzerindeki Roll adlı barın merdivenlerinden ağır ağır iniyoruz.
Beklentim, Diyarbakır’a gelmişken iyi bir sesten buraların acısını anlatan türküler dinlemek.
Ama Ankara’nın puslu havası ciğerlerimizi o kadar doldurmuş, gri tonları gözümüze o kadar perde indirmiş ki kulağımıza çalınan ilk performans Queen’in We Will Rock You şarkısı olunca şöyle bir silkeleniyoruz.

Akil adamlar aramızda!
İçeride iyi müzik var.
Solistin sadece görüntüsü Diyarbakırlı.
Sesi, İngilizce şarkıları telaffuzu ve sahnedeki enerjisi pek buraları anlatmıyor.
Kırlaşmış saçlarıyla ardı ardına Derya Sazak, Güneri Cıvaoğlu, Fikret Bila ve Can Dündar’ı gören solist, şarkısına ara vererek, gecenin anonsunu yapıyor:
“Arkadaşlar, çok özel konuklarımız var. Bu gece akil adamlar aramızda.”
Bunun üzerine belki de bölgenin içinde bulunduğu ruh halini aktaracak bir ölçüde, bütün gençler bizi alkışlıyor.
Gecenin o saatinde Roll Bar’daki müşteri profiline uymayan bizleri görünce hayatının gafını yapan genç Diyarbakırlı’yı, Aslı Aydıntaşbaş’ın notu kendine getiriyor.
Aslı, bar raconuna uygun olarak bir peçeteye, “Biz Milliyet yazar ekibiyiz” yazıp, garsonla sahneye yolluyor.
Notu hızlıca okuyan solistin ağzından şu cümleler dökülüyor:
“Özür diliyorum arkadaşlar, gelenler akiller değilmiş, Milliyet gazetesinin yazarlarıymış.”
Hemen kulak kesiliyoruz. Akil İnsanlar anonsundan sonraki alkışın tekrarını bekliyoruz.
Neyse ki salon bizi bağrına basıyor. Akil İnsanlar kadar alkış alıyoruz.
Salonda her şey var.
Gangnam Style’dan klasik rock şarkılarına kadar coşkulu müziklerle eğlenen Diyarbakırlı gençlerin dünyaları ikiye bölünmüş gibi.
Zıplıyorlar, hopluyorlar.
Sonra birden yüzleri değişiyor. Sahnenin önünden sanki bir zaman tünelinin içinden geçer gibi geçip, yanımıza geliyor ve her birimize “Bu silahlar nasıl bırakılacak?” sorusunu yöneltiyorlar.
Dilimiz döndüğünce cevap veriyoruz.
Önlerini çok toz pembe görmemelerini, gerçekçi olmaları gerektiğini ama kilidi açacak anahtarın da umut ve güven olduğunu anlatıyoruz.

Can Dündar’ın şaşkınlığı
Gecenin “topic trend” olacak iki diyaloğu, Fikret Bila ve Can Dündar’ın gençlerle yaptıkları konuşmalardan çıkıyor.
Kimi gençlerin elini öperek, “Sizi en iyi biz anlarız” dedikleri, kimilerinin ise solculuk raconu kestiği Fikret Bila’nın yanına yanaşan gençlerden biri şöyle diyor:
“Fikret ağabey. Siz askerlerden iyi haber alıyorsunuz. Acaba örgütçü gençler dağdan indiklerinde onlara emperyalizme karşı bir görev verilmesi mümkün olabilir mi?”
Fikret Bila’nın yanıtı, yüksek volümle çalan Michel Telo’nun Mossa şarkısı arasında kayboluyor.
Canhıraş bir biçimde Can Dündar’ın yanına gelen bir grup genç de derdini anlatmaya çalışıyor.
Can Dündar, genellikle mağduriyetlerini dinlediği Kürt gençlerine, “akil olmayan adam” edasıyla ilgilenmeye hazırlanırken, gençlerden biri dertlerini söylüyor.
“Biz eşcinseliz, bizi buraya almak istemiyorlar.”

Rotinda mı Raperin mi?
Bar mesaimizi tamamlayıp Sanat Sokağı’nda temiz hava yolculuğuna çıkıyoruz. Gecenin geç saatinde, sokağın bir yerinde KCK Ana Davası’ndan 3,5 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde Hatip Dicle ile aynı koğuşta yatan DTK eski Divan Başkanı Abdullah Akengin ve eşiyle karşılaşıyoruz. Bize çay ısmarlıyor, hapis günlerini anlatıyor. Şu sözlerini kafamıza not ediyoruz:
“Bizi içeri alırken ‘ne yaptınız’ diye sormadılar, çıkarırken de sormadılar. 6 Mayıs’ta duruşma devam edecek. Bakalım o zaman soracaklar mı? Artık taraflar yoruldu.”
Akengin, gözleri dolarak, polis kendisini götürürken uyandırmaya kıyamayıp öptüğü oğlu Rotinda ile kızı Raperin’i anlatıyor.
Rotinda, “gün ısısını vermek” demekmiş. Raperin’e daha aşinayız. “Ayaklanma, başkaldırı” demek.
Çaylarımızın sonunu yudumlarken, bu sürecin sonunda çocuklara daha çok Rotinda isminin mi yoksa Raperin isminin mi konulacağını kendimize soruyoruz.
Sülüklü Han’da menengiç kahvesini içtikten sonra para almak istemeyen mekan sahibi, “Önce barışalım, sonra ödersiniz” diyor.
Şu aralar Diyarbakır’da batıdan gelenlere hesap ödetilmiyor.
Benim tavsiyem; Çıkın Ankara’nın puslu havasından. Ankara dışında her yerde barışa daha çok inanılıyor.

Haberin Devamı

FOTOĞRAFLAR: SERDAR ÖZSOY / BÜNYAMİN AYGÜN