Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Manzarayı, kategorize ederek sadeleştirelim. İmralı sürecine karşı çıkanları iki gruba ayırabiliriz.
Bir; yapanı beğenmeyenler. İki; yapılanı beğenmeyenler.
Yapanı beğenmeyenler, Ak Parti karşıtları.
Bu kesimdekiler, “Zaten yüzde 50’nin üzerinde oy potansiyeli var. Bir de terör sorunu biterse Tayyip Erdoğan’ı artık kimse tutamaz. Neyi hedefliyorsa onu yapar. Başkan da olur. Partisi de güç kaybetmez. Bu rüzgarla daha uzun süre iş başında kalır. Daha da bunlardan kurtulamayız” diyor.
Sürece bu iç dünyayla karşı çıkanlar, içinden geçtiğimiz dönemin Kürt meselesi ve Türkiye’yi nereye götüreceğine odaklanma aşamasına hiçbir zaman geçmezler, geçmeyecekler.
İkinci kesimdekiler, yani yapılanı beğenmeyenler ise kendi içinde ikiye ayrılıyor.
Başını MHP’nin çektiği kesim, varoluş nedenini kaybetme riskine karşı teyakkuzda ve bunu siyasetin acıtan gerçekleri bağlamında doğal karşılamak gerekiyor.
Yapılanı beğenmeyenlerin ikinci kesimini ise daha derin bir camia oluşturuyor. Buna, “Türkiye üzerine oynanan oyunlar” başlığı altına girebilecek içten-dıştan her aktörü koyabiliriz.
Bu tabloda hiçbir kategoriye koymaya elimin varmadığı kesim ise, amansız 30 yılın en sahici kaybedenleri. Onların sevenleri.

Erdoğan ne yapmış oldu?
Bu nedenledir ki, Başbakan Erdoğan, önceki gün Diyarbakır meydanında meşrulaşmasına izin verdiği şeylerle ne kadar büyük bir riskin altına girdiğini cümle aleme bir kez daha ilan etmiş oldu.
O meydanda itiraz ettiği tek şey ellerde Türk bayrağı olmamasıydı.
Erdoğan ve Ak Parti iktidarı, önceki gün itibarıyla, Kürt hareketine, “elde silah olmadığı sürece” her türlü argümanla mücadelenin meşru olduğu mesajını verdi. Legaliteye sınırsız özgürlük vaat etti.
Önce “terörist başı” olan, açlık grevlerini sona erdirdiği aşamada, “İmralı”ya dönüşen PKK liderini, Nevruz çağrısıyla birlikte, “Öcalan” olarak isimlendirdi.
Öcalan’ın, “Vatan bölünüyor mu, şehitlerimizin kanı yerde mi kalacak?” diye soran milyonlarca ortalama Türk vatandaşına, üstelik birlik-beraberlik-kardeşlik mesajlarıyla hitap etmesine izin verdi.
Diyarbakır’da, yüz binlerin, kuruluş felsefesini isyan ve ayrılıkçılık üzerine kuran Öcalan’ın posterleri altında toplanarak barış türküleri söylemesinin Türkiye’yi ayağa kaldırmadığını göstermiş oldu.

Bir eşik aşıldı
Önceki gün itibarıyla, çok önemli bir eşik aşıldı. Bu eşiği önemli kılan, Öcalan’ın, “silahlar sussun” çağrısından çok daha önemlisi, olayın psikolojik boyutudur.
Öcalan’ın silahsızlanma ve sınır dışına çekilme çağrısı yapacağı, bunu Nevruz’da yapacağı ve bu ifadelerle yapacağı haftalar önceden biliniyordu.
Önemli olan, toplumun bir süredir hazırlandığı sanılan bu çağrının, o manzarada yapılmasının nasıl bir etki yaratacağıydı.
Hükümete derin bir “oh” çektiren işte budur.
Erdoğan’ın “sırattan geçiyoruz” dediği yolun ilk aşaması budur aslında.
Makul çoğunluğun hazmetme kapasitesinin ilk sınavı.

Çiçek’in uyarısı
Bu sınavdan geçerken, dün Milliyet’i konuk eden, kendi ailesinden de şehitler veren Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in şu sözlerine kulak verelim:
“Çok zor bir süreç olacak. Bazen yüreğimiz kan ağlayacak. Bazen bağrımıza taş basacağız. Bazen acı tepemize vuracak. Normal hissiyatla yürütülecek bir süreç olmayacak. Onun için soğukkanlı olmalıyız. Bu sorun bizim sorunumuz. Bizden başka kimse de çözemez.”