Dün gece haberi alır almaz Güniz Sokağa gittim. Belli ki yıkılmıştı Demirel. Kalbinin, mazisinin, mücadelesinin tam yarısı gitmişti. Aylar önce hasta yatağındaki Nazmiye Hanım için, “bir gülümsemesi için her şeyi veririm” diyordu.
Bu aklıma geldi Güniz Sokak’taki evin kapısında.
Güniz Sokak benim için, benim gibi “Demirel muhabirleri” için çok özel bir yerdir.
Acı, tatlı o kadar çok anısı vardır ki o kapının. Kapıya yaklaşırken geldi burnuma o koku.
Nazmiye Hanım’ın kendi elleriyle yaptığı gül reçelinin kokusu.
Bizi hiç eli boş göndermezdi ki o evden. Yedirip içirmeden bırakmazdı. Yolcu ederken de elimize gül reçeli kavanozlarını tutuştururdu.
Nazmiye Demirel’in nasıl bir kadın ve nasıl bir eş olduğunu öğrenmek isteyenler için en kestirme ipucudur bu.
Bana, “Nazmiye Hanım’ı üç kelimeyle nasıl anlatırsınız” diye sorsalar, “Fedakârlık, dirayet ve dobralık” diye cevap veririm.
Zincirbozan’da “zorunlu ikamete” götürülürken eşinin yanındaki kadının bakışları gelir gözlerimin önüne. Kendini değil, hep yanındakini düşünen Türk kadınının gözleri. Bazen mecburen yanındadır Süleyman Bey’in. Bazen özellikle. Ama hep bir adım geride.
First lady demeye dilim varmıyor. Klasik bir first lady değildi Nazmiye Hanım. Tekrarlanmaktan modası geçmiş ritüellerin kadını da değildi.
Evinin kadınıydı, hep kendi isteğiyle evindeydi.
Demirel Cumhurbaşkanı seçildiğinde bile o devasa Çankaya Köşkü O’na dar gelmişti. “Güniz Sokağa gidelim, evimizde olalım” demişti. Öyle de olmuştu.
Bir İslamköy gezisinde, Demirel bizlere ve kendisine eşlik eden kabine üyelerine, yoksulluk içinde doğduğu tek göz evin ortasındaki sobayı gösterip, “Annem bizi bu sobanın etrafında toplar yedirirdi” dediğinde, eşinin göbeğini gösterip, “belli oluyor çok yedirdiği” diyecek kadar espriliydi.
Bir Tarsus gezisinde, kürsünün önündeki mahşeri kalabalığı çağıran Demirel’e “çağır çağır da bizi ezsinler” diyecek kadar dobraydı.
Çankaya Köşkü’nün protokol salonunda, bilmem ne için kızmıştı ama küs gibiydi Demirel’e. Demirel yanına çağırıyordu, olmuyordu bir türlü. Sonunda pes edip, “Okey Süleyman, okey” deyivermişti.
Çok keskin bir zekası vardı. Bir bakışta notunu verirdi adamın. Eleştirmeyi severdi. Özellikle de eşini.
Sabahları gazeteleri önce o okur, Demirel’e en çarpıcı bölümlerden özetleri anlatıverirdi.
Her kurban bayramında, Güniz Sokak’taki evin arka bahçesinde kesilirdi kurban. Tam kesilirken başını yanına çevirişi şimdi gözlerimin önünde.
Çok güzel bir kadındı Nazmiye Hanım. Çok alımlı, çok dik, çok cesur.
Koskaca bir adamın, koskaca eşi.
Demirel’e, ev anahtarını cebinde anahtarlığa takılı olarak niye taşıdığını sormuştum bir gün. “Kapıda kalmamak için” demişti. Öyle bir kadındı Nazmiye Hanım. Kızdırmaya gelmezdi. Süleyman Bey, eve her gelişinde, “Nazmiye ben geldim” diye seslenirdi ve “Hoşgeldin” cevabını alırdı.
Dün gece, hastaneye gittiğinde Demirel yine aynı şeyi söylemiştir. “Nazmiye ben geldim” demiştir.