Üniversiteyi 1980 darbesinden sonra okuduğumuz için bizim kuşağa “sandviç kuşağı” derlerdi.
Herhalde “apolitik” demek bile o günlerde alerji yarattığı için bu ifade daha sempatik gelmişti.
Yani, etliye sütlüye karışmayan, yiyen, içen, müzik dinleyen ve nasıl olacaksa sadece bunları yaparak vatana millete hayırlı olması gereken Türk gençleri.
Üniversite yıllarının kulağımdaki izlerinin başında gelir Chris de Burgh.
Türkiye’de onu popüler yapan Lady in Red şarkısıdır. Dünya başka şarkılarıyla da baş tacı etmiştir tabii.
Ben en çok, yıllar sonra Dünya Güzeli seçilen kızına yazdığı For Rosanna’yı severim. Sesini en iyi kullandığı şarkılardan biridir. Çok duyguludur ve bir baba kızına sevgisini ancak bu kadar lirik biçimde ifade edebilir.
Memleket, Abdullah Öcalan’ın kara kaşı kara gözüne odaklanmışken, “Bu Chris de Burgh de nereden çıktı?” diyorsunuz muhtemelen.
Akil Adamlar Komisyonu tartışmasının fitili ateşlendiğinden beri aklıma düştü.
Çünkü, standart üstü bir sese ve duygu dünyasına sahip bu müzisyenin en önemli özelliklerinden biri sıkı bir IRA destekçisi olmasıdır.
Yıllar sonra epey bir tiritlenmiş ve büyük maddi gelir elde ettiği bazı konserlerini IRA yararına düzenlemiştir.
Arjantin doğumludur, ancak İrlandalı olarak büyümüştür.
Bir yandan İngiltere hükümeti ile barış görüşmeleri sürerken, cafe bombalayıp onlarca insanın ölümüne neden olan İrlanda Kurtuluş Ordusu’nu desteklemiş diğer yandan kızına, “Sen benimsin, kanın benim kanım” gibi dizeler yazmış, aşk şarkılarıyla bir kuşağı peşinden sürüklemiştir.
Politik tavrında da müziğinde de sağlam olmuştur. Sanatçı kimliği ile politik duruşunu aynı kararlılıkla ancak ayrı ayrı sürdürmek, eline yüzüne bulaştırmadan yürütmek kolay olmasa gerek.
Son yıllarda ABD’li aktör Sean Penn de bunu başka bir kulvarda yapıyor.
Bizim Akil Adamlar Komisyonumuzun içinde de çok sayıda sanatçı var.
Belli ki hükümet, neresinden bakarsanız bakın memleketin yarısına sevimsiz gelen bu süreci, halkın büyük çoğunluğuna sevimli gelebilecek sanatçıların katkısıyla anlatmayı hedeflemiş. Bu isimleri akiller içine katarken ölçü olarak politik duruşu gözetmemiş.
“Senin annen bir melekti yavrum”, “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da”, “Zeki Müren de bizi görebilecek mi” ve “Batsın bu dünya”yı tercih etmiş.
Yoksa, başrol oynadığı en politik filmi Kurbağalar olan ve gölde gece kurbağa toplamanın ne kadar zor olduğunu söyleyerek filmi anlatmaya başlayan Hülya Koçyiğit’in akiller arasında işi ne?
Gevaş’ta iki film seti kurmak, zaman zaman çözümcü olmak, Uludere’yi sadece haritadan tanımak da kimseyi çözümcü yapmaz.
Orhan Baba’nın akiller arasındaki duruşu ise, hayatta olsalardı, Müslüm Baba ve Neşet Ertaş’ın da bu komisyonun kaçınılmaz üyeleri olacağını gösteriyor.
Kadir İnanır’a gelince...
Selvi Boylum Al Yazmalım’dan sonra bence hayatının ikinci büyük rolünü üstlendi. Kürt sorununu bu kadar geç fark edip de bu kadar kısa sürede akil olmak kolay olmasa gerek.
Bizim Chris de Burgh’lerin akilliğe terfi aşaması tam popstar alaturka.