“Ne sihirdir ne keramet” oluvermişti. Yerel mahkeme; Hrant Dink’i göz göre göre, sokak ortasında öldüren, öldüreni azmettiren, azmettirene kol kanat geren, bir yerlere muhbirlik eden ve bu zinciri başından beri bilenlerin oluşturduğu yapının “örgütle” uzaktan yakından ilgisinin olmadığına hükmedivermişti.
Yan yana yazarken bile “örgüt örgüt” diye bağırıyorken...
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise tebliğnamesinde, sanıkların eylemlerinin sistemli, planlı ve organize bir örgüt faaliyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, sanıkların kişisel özellikleri ve Dink’in etnik kimliği göz önüne alındığında eylemin sıradan bir adam öldürme olarak görülemeyeceğini vurgulamıştı.
Tebliğnamede, örgütün aynı zamanda kamu düzenini bozarak, ülkede kaos ve güvensizlik ortamı oluşturmayı, Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıntıya sokmayı amaçladığı, bu nedenle sanıkların terör örgütü sayılması gerektiği belirtilmişti. Açık biçimde bu kişilerin terör örgütü kurduğu, yardım edenler, himaye edenler, yönlendirenler hakkındaki soruşturmaların eksik olduğunun altı çizilmişti.
İki ileri bir geri
Genellikle “öldürülmenin” suç sayıldığı bir ülkede yaşadığımız için söz konusu tebliğname temkinli bir umut yaratmıştı.
Bu nedenle Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin, temyiz incelemesinin sonunda, sanıkların sadece bir “suç örgütü” kurmuş olduklarına hükmetmesi ve örneğin evindeki kitabı terör kanıtı sayılan öğrenciler ile sendikacılar gibi tehlikeli terör örgütleri (!) sınıfına sokmaması o kadar da şaşırtıcı değil.
Al sana mehter takımı gibi bir dava sürecinin iki ileri bir geri hali.
Yatıp kalkıp, “O Ermeni ölmeli” diyen, sadece Dink cinayetini işlemeye ant içmiş bir sallamalı çetesi.
Örgüt var ama arkası yok. Tiyatronun tamamı sahnedekilerin eseri.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne göre, Dink’in öldürülmesi, McDonald’s’a bomba konulması, üstelik bomba koyanlardan birinin bu olaydan sonra polis muhbiri yapılması, bu muhbirin Dink cinayetinin işleneceğini bildirmesine rağmen önlem alınmaması, Başbakan’ın uçağına bomba ihbarı yapılması terör eylemi değil.
Ve 9. Ceza Dairesi’nin, “o kadar da değil” kararının sevindirdikleri var.
Biliyorsunuz, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, Dink cinayeti nedeniyle kamu görevlileri hakkında terör örgütü kapsamında soruşturma başlatmıştı.
Şimdi Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin terör suçları dışındaki suçları işlemek için kurulan, “Pelitli çetesine” hükmetmesi, bu cinayetin arka planındaki kimi güçleri ortaya çıkarma şansını neredeyse sıfıra indiriyor.
İzin verilir mi dersiniz?
Karar kesinleşirse, soruşturmanın özel yetkili savcılıktan normal savcılığa gönderilmesi işten bile değil. Üstelik terör suçlarında doğrudan soruşturulma olanağı olan kamu görevlileri hakkında, yetkili makamlardan izin alınmadıkça soruşturma yürütülmesi şansı da ortadan kalkıverecek.
Daire’nin verdiği cezalar, terör suçu sayılması halinde katlanacaktı. Buna rağmen 9. Ceza Dairesi, örneğin yerel mahkemenin beraatine hükmettiği muhbir Erhan Tuncel’e sadece McDonald’s eyleminden bile müebbet verdi. Yani sorun cezada değil, cinayetin arka planıyla, üst yapısıyla birlikte aydınlatılamayacak olmasında.
Yargıtay Başsavcılığı’nın, Daire kararına itiraz etmeyeceği haberleri geliyor.
Ne demişti Dink davasında yerel mahkemenin başkanı:
“Örgüt var ama kanıt bulamadık.”
Yargı var, kanıt arıyoruz.