2024 yılı ağustos ayında üç günlük bir Ermenistan Gezisi yaptım. Her iki ulusun insanlarını yan yana koysanız, kendi dillerinde konuşmadıkları takdirde kim Türk, kim Ermeni anlamak mümkün değil. Peki, yıllar önce meydana gelen olayları öne sürerek bu coğrafyada yalnızlaşmanın kime faydası var?
23 Ekim 2020 tarihli yazımda, “The New York Herald” muhabiri Sidney Whitman’ın “Ermeni kıyımı” iddiaları dolayısıyla gerçekleri yerinde tespit etmek amacıyla gerçekleştirdiği Trabzon’dan başlayan Anadolu gezisine ait “Bir İngiliz Gazetecinin Türkiye Anıları” isimli kitabından bahsetmiştim. Sidney Whitman kitabında bahsetmez ama bu gezide yanında bir gazeteci daha vardır: George H. Hepworth. 1833 yılında Boston’da dünyaya gelen Hepworth, ilk eğitimini bir Latin okulunda tamamlar, ardından ilahiyat eğitimi almak için Cambridge’e gider ve papaz olarak mezun olur. Bir dönem New England’ın çeşitli yerlerinde din adamı olarak görev yapar. Amerikan İç Savaşı sırasında orduda papaz olarak bulunur. 1872 yılında Presbiteryen
Her ne kadar Milion Taşı günümüze ulaşmasa da yazılı kaynaklarda sözü edilmeye devam etmektedir. Ek olarak, günümüze erişen küçük bölümü, bulunduğu yer konusunda şüphe duyulmasının gereksizliğini göstermektedir. Yeniden yapımını gündeme getirerek hem Milion Taşı’nı hem de İstanbul’u dünya gündemine taşımak için uluslararası bir konkur yapılamaz mı?
İstanbul’da çoğu kişinin farkına varmadığı, görmezden geldiği bir anıt Sultanahmet Meydanı’nın girişinde yer alır. “Milion Taşı” adıyla anılan bu anıtın, Roma’daki Milliarium Aureum’dan ilham alınarak yapıldığı söylenmektedir. İmparator Augustus döneminde (MÖ 27-MS 14), Antik Roma’nın merkezinde, MÖ 20 yılında inşa edildiği bilinen Milliarium Aureum’un, Roma’nın diğer önemli şehirlerden uzaklığını gösteren yazılarla kaplı olduğu düşünülmektedir.
Yeni Roma
Milion Taşı’nın, şehrin Constantinus tarafından Roma’nın başkenti ilan edilmesinden sonra inşa edildiği konusunda bazı iddialar olsa da bu anıtın neden
Tüm yaşamı boyunca birlikte çalıştığı çok sayıda mimar olmasına rağmen yapılan yapılar için biz sadece Carla Scarpa’nın adını bilmekteyiz. Bu projelere imza atan ve birlikte uzun süreli çalışmalar yapan kişileri ise hatırlamıyoruz. Bu da bize hemen her zaman üzerine basa basa söylemek zorunda kaldığım bir gerçeği hatırlatıyor: Önemli olan yapılan yapıdır; altında imzası olan kişi unutulabilir, ama yapıyı yapan kişi bir ikon hâline gelir.
Bazı insanlar vardır ki, onların eserlerinin zaman içinde öncesi ve sonrası yoktur. Elbette onlar da geçmişin kültüründen ve eserlerinden ders almış, onları incelemiş ve kendi eserlerine yön vermek için faydalanmışlardır. Onların eserlerini gören sonraki kuşaklar da bu kez onların yaptıklarından ders çıkartmış, eserlerinden esinlenmişlerdir. Ancak bu eserleri incelediğimizde, çok özgün ve akıl dolu çözümler içerdiğini, kolay kolay tasnif edilmelerinin mümkün olmadığını görürüz. Örneğin Leonardo Da Vinci, Mimar Sinan daha yakın bir tarihte
Dönemin en önemli devlet adamlarından Halil Rıfat Paşa, Sivas Valiliği sırasında yayımladığı tenbihnameleri 5 Kanunevvel 1300 / 17 Aralık 1884 tarihli bir yayında toplar. On bir tenbihnamede, günümüz için bile uygulanması gereken bazı önerileri işaret etmektedir.
Halil Rıfat Paşa, 1827 yılında Selanik Vilayeti’nin Siroz Sancağı’na bağlı Lika Köyü’nde “Bölükbaşı Ailesi” olarak tanınan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Sübyan mektebinde yeteneğini fark eden bölge eşrafından bir kişinin himayesinde İstanbul’daki Mülkiye Mektebi’nde eğitimini tamamlar. 1843 yılında, henüz on altı yaşındayken Serez’de tahrirat kaleminde staj yaparak göreve başlar. 1864 yılında tayin edildiği Tuna Vilayeti özel kalem müdürlüğü sırasında Midhat Paşa’nın maiyetinde bulunur. Sırasıyla Varna, Tırhala, Vidin mutasarrıflığı görevlerinden sonra Tuna Valiliği’ne tayin edilir. Daha sonra Halep, Kosova ve Selanik valilikleri yapar. 1882 yılı Ocak ayında tayin edildiği Sivas Valiliği sırasında bir dizi tenbihname yayımlar.
David Van Reybrouck, “Demokrasi Krizi” adlı kitabında “Her siyasi sistem, yeterlilik ve meşruiyet olmak üzere iki temel kriter arasında bir denge sağlamalıdır. Yeterlilik, bir hükûmetin ortaya çıkan sorunlara ne kadar hızlı başarılı çözümler bulabileceği ile ilgiliyken, meşruiyet, insanların çözüme ne ölçüde onay verdikleri ile ilgilidir” ifadelerine yer veriyor
“İngiltere halkı, özgür olduğu konusunda kendini kandırır. Aslında o, sadece parlamento üyelerinin seçiminde özgürdür, çünkü yeni üye seçilir seçilmez tekrar zincire vurulur ve hiçliğe sürüklenir.”
Jean-Jacques Rousseau, 1762
Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan (1997-2006), 2013 yılında yayımlanan “Against Elections: The Case for Democracy / Seçimlere Karşı: Demokrasi Krizi” isimli kitaba ön söz yazar. Bu yazısında Aristoteles’ten bir alıntıya da yer verir: “Demokrasinin sürdürülebilirliği için orta sınıfın varlığı önemlidir. Zenginlik çok
Metin And, “Türk Köylü Dansları” adlı kitabında “Köylerin yüz yıllar boyunca kentlerden bağımsız, kopuk oluşları sonucunda eski uygarlıklardan geçme birçok tören, dans korunabilmiştir. Gerçi bunların zamanla gerekçeleri, anlamları, amaçları unutulmuşsa da geleneğine göreneğine sıkı sıkıya bağlı Türk köylüsü bunları saklamakta titizlik göstermiştir” ifadelerine yer veriyor
1 Haziran 2024 tarihinde bu köşede yayımlanan yazımın başlığı “Dionisos ve Anadolu Köylüsü”ydü. Yazımı okuyan sevgili dostum Sabri Koz, o gün beni aradı; çok mutlu olduğunu belirtti ve şöyle dedi: “Rahmetli Metin And, bu kitapta anlattığı olaylara yakından şahit olmuş ve bu kültürel birikimin yok olmaması için çok çalışmıştı. Ancak, bize çok şey anlatan bu kitap, ne yazık ki gereken ilgiyi görmedi, diye üzülürdü. Ruhu şad olmuştur. Bu arada, şu sıralar onun bir kitabını daha yayımlamak için çalışıyorum; yakında baskıya girecek, size göndereceğim.” Kısa
“Ben mimarım” demek doğru bir açıklama değildir; mimarlık eğitimi almak o kişiyi mimar yapmaz. Bir kişinin gerçekten mimar olarak kabul edilmesi, yaptığı yapılarla ortaya çıkar. Daha doğrusu, biz kendimizi mimar olarak tanımlasak da ancak başkaları bizi bu unvanla nitelendirdiğinde gerçekten mimar olmaya hak kazanırız
Geçen günlerde bir konuşma esnasında genç bir meslektaşım bazı itirazlarda bulundu. Eski dönemlerde çizilen projelerin yetersiz olduğunu, günümüzde çok daha detaylı projeler hazırlanması gerektiğini söyledi. Bu görüşüne katılmadım, çünkü benim için mimar, proje çizen kişi değil, yapı yapan insandır. Üstelik “Ben mimarım” demek de doğru bir açıklama değildir; mimarlık eğitimi almak o kişiyi mimar yapmaz. Bir kişinin gerçekten mimar olarak kabul edilmesi, yaptığı yapılarla ortaya çıkar. Daha doğrusu, biz kendimizi mimar olarak tanımlasak da ancak başkaları bizi bu unvanla nitelendirdiğinde gerçekten mimar olmaya hak kazanırız.
Mimarlık eğitimi ve mimar
Mimarlık eğitimi alan insan sayısı
Ne yazık ki çoğu insan farkında bile değil ama bu dünyadan bir Halil Cibran geçtiğini anlayabilenler, onun yazdıklarının insanlığın yolunu aydınlattığını görmekteler… Cibran’ın mezar taşında “Ben de senin gibi diriyim, şimdi yanında duruyorum. Kapa gözlerini ve etrafa bak, beni önünde göreceksin” yazar
Sanırım, “Ermiş” adlı kitap, ilk olarak 1974 yılında Türkçeye çevrilmişti. O yıllarda alıp, heyecanla okumuştum. Acaba farklı bir şeyler mi söylüyordu, yoksa söylemeye mi çalışıyordu? Doğrusu, pek de anladığımı söylemem mümkün değil. “Tercüme mi beni yanıltıyor?” düşüncesiyle, daha sonra yayımlanan hemen her nüshasını alıp, tekrar tekrar okudum ve beni derinden etkiledi. Son aldığım nüsha, İngilizce 1923 baskısı olan “The Prophet / Peygamber” idi ve Cem Soydemir tarafından dilimize “Ermiş” adıyla çevrilen kitaptı. Doğu Batı Yayınları tarafından basılan bu kitabın diğerlerinden farklılığı ise, Amin Maalouf’un önsözünün bulunmasıydı.
Lübna