Sandığa üç gün kalmasına rağmen sonuca dönük beklentiler hâlâ büyük bir muamma. Evet, buna ilişkin çok sayıda kamuoyu araştırması yayımlandı; dahası, sosyal medyada hemen her gün yeni öngörüler dolaştı, dolaşıyor ama hepsi birbirinden çok farklı, dolayısıyla da daha fazla gizem artırıcı nitelikte. Şu an itibarıyla somut görünenler ise adayların son kozlarını ortaya koyduğu mitinglerindeki lokal coşku ve heyecan dışında ülke genelinde hakim olan sessizlik ya da durgunluk. Kimse ne yapacağını söylemiyor ama bu kararsız değil, kararını açıklamayan seçmen anlamına geliyor. Yani artık tercihler yapılmış ve sandık günü gelsin de oyumuzu verelim, bitsin bu iş gibisinden bir hava söz konusu. Örneğin, dün konuştuğum bazı kamuoyu araştırmacıları ve deneyimli politikacıların buluştukları ortak nokta şuydu:
Bugün halkın kime, hangi partiye oy vereceği açısından çok iyi, doğru bir tespit yapılabilse, 24 Haziran’daki seçimin sonucunu bire bir verir... Ya da çok küçük bir sapma olur. Onlar da iki ittifak arasında değil, ittifak içerisinde hangi partiye oy vereyim şeklinde olabilir. Bir başka deyişle, artık bugünden sonra seçmen tercihi değişmez...
Aslında bunlar sadece bu seçime özgü değil,
Sandık yolunda son düzlüğe girdik. Hafta sonu oy deposu İstanbul’da adayların mitingi ya da etkinliği vardı. Yani bir yanda Cumhurbaşkanı adayları ve parti liderlerinin pik yapan performansları, öte yanda seçim sonuçlarına dönük olasılık hesaplamaları tam gaz devam ediyor. Dolayısıyla da siyaset arenasında karşılaştığımız en dinamik, en karmaşık ve en kritik seçim atmosferindeyiz. En çok konuşulanların başında da seçim ilk turda biter mi, bitmezse ilk ikiye kim kalır ya da parlamento dağılımı nasıl olur var. Olası ikinci tura dönük sorular ise kim kime neden oy verir ya da vermez gibi daha da karmaşık. Açıkçası, seçimden ziyade çok bilinmeyenli bir denklem söz konusu. Özellikle de olası ikinci tur açısından. Çünkü ilk turun sonucuna ya da parlamento seçiminden çıkacak dağılıma göre seçmen kitleleri arasında çok farklı geçişkenlikler olabilir. Yani olası ikinci tur denklemi ilk turda çıkan rakamları alt alta yazıp toplayarak değil, ancak birden fazla çıkarma, bölme işlemiyle çözülebilir. Hem de parlamento dağılımıyla doğru orantılı olarak. Niyesini ikinci tur olasılığı ve bazı kamuoyu araştırmacılarının öngörülerine göre sıralayalım;
Parlamento çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda olursa,
Cumhurbaşkanı adaylarının kampanyaları tam gaz devam ediyor. Bayram, tatil demeden her gün en az bir ilde, hatta birden fazla yerde miting var. Bu mitinglere de hatırı sayılır kalabalıklar katılıyor ya da taşınıyor. Dahası, canlı yayınlarla ekrana yansıyan görüntüler, yani meydanları dolduran kalabalıklar ve heyecan kat sayıları üzerinden adaylar arası güç polemiği yaşanıyor. Ve de sandığa dönük öngörüler havada uçuşuyor. Sanki meydanı dolduran herkesin oyları cepteymiş gibi...
Tabii bu ilk değil, eskiden de böyleydi. Örneğin, 1980 öncesindeki seçimleri anımsıyorum da partilerin bugünkü gibi özel uçak, helikopter, olanakları olmadığı için liderler seçim otobüsleriyle Ankara’dan yola koyulup karış karış ülkeyi turlarlardı. Her köyde, ilçede halkla temas, il merkezlerinde de mitingler olurdu. Yani aynı günde birkaç ilde değil, daha zamana yayılmış uzun soluklu programlar, mitingler yapılırdı. Onları izleyen biz gazetecilerde cep telefonu, iPad, laptopla henüz tanışmadığımız için PTT merkezlerinden yazdırmalı telefon bağlantılarıyla (süresi memurun insafına kalmış) gelişmeleri aktarırdık. Çekilen fotoğraflar da kartlara basılarak, dönemin gelişmiş cihazı “telefoto” ile merkezlere
TSK’nın başlattığı Kandil harekâtı sürüyor. Hedef, teröristlerin ulaşılamaz sandıkları ana karargâhlarına ay yıldızlı bayrağı dikmek ve bölgede meşru bir güç tesis edilinceye kadar da orada kalmak. Yani daha öncekiler gibi gidip de hemen dönmek yok. Çünkü sürekli atıp tutan teröristler Mehmetçik’i karşılarında görünce, daha doğrusu geldiğini duyunca tüyüyor, TSK’nın gerekli temizliği yapıp bölgeden ayrılmasından sonra yine ortaya çıkıyorlardı. Dolayısıyla da bu kez böyle bir durumun olması söz konusu değil. TSK, ülkeye terörist girişlerini önlemek ve Kandil’i bir daha alevlenmemek üzere söndürmek konusunda son derece kararlı. Tabii PKK’nın lider kadrosunu hepten susturmayı da...
Peki, bu nasıl olacak? Soruya Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin yanıt veriyor:
“Burada çok fazla birliğe, yani öyle 30-40 bin kişiye de gerek yok. 7-8 bin kişilik bir birlikle değişik yerlere üs kurmak suretiyle çok rahatlıkla Kandil kontrol altına alınabilir. Çünkü Türkiye’nin artık hem profesyonel hem de bu işlerde pişmiş bir ordusu ve silahlı, silahsız İHA’ları var. İstihbarat olarak da çok geliştik. 3-4 ayda Kandil temizlenir.”
Ya PKK’nın lider kadrosu?
“Hiçbir zaman
24 Haziran’a dönük yapılan ittifaklar hem milletvekili sayısının hesap-lanmasındaki artılar hem de baraj sorununu kaldırması nedeniyle her partiye yarıyor. Yani tam anlamıyla kazan kazan odaklı bir formül. Dolayısıyla her ortağın mutlu olması gerekiyor ancak yine de tavan ile taban arasında bazı senkron kayma olasılığı nedeniyle çatlak sesler söz konusu. Özellikle de ortakların Cumhurbaşkanlığı seçiminde tercihlerini farklı kullanabilecekleri noktasında. Hem birinci hem de olası ikinci tur açısından. Örneğin ilk turda bazı MHP’lilerin ittifak adayına oy vermemesi ya da olası bir ikinci turda Millet İttifakı’ndan Cumhur İttifakı lehine çözülmeler olması gibi. Doğal olarak bu da her iki ittifakı son derece tedirgin eden bir durum. Nitekim buna dönük çok sayıda tepki ve çağrı açıklamaları da oldu... Yine her iki ittifakı doğrudan ilgilendiren ve tabanda tartışmalara neden olan bir başka detay da parlamento seçimindeki “artık” oyların durumu. Çünkü sisteme göre milletvekili dağılımı, önce ittifakın toplam oyu üzerinden hesaplanacak, ardından ittifaktaki partiler arasında oy oranlarına göre “D’hondt sistemi” uygulanarak dağıtılacak. Bazı seçim bölgelerinde kıl payı sonuç doğuran “artık”
38 yıllık Milliyet yaşantım bazı sıkıntılı dönemler dışında genel olarak hep mutlu, umutlu geçti. Çünkü Milliyet’i Milliyet yapan özelliklerin arasında basında güven olmanın yanı sıra iyi değil kötü günde de kenetlenmek, yani kocaman bir aile olmak da vardı. Bunu da en çok başınız dara düştüğünde ya da aile fertlerinizden birini yitirdiğinizde hissederdiniz. Hem de fazlasıyla...
İşte dün de böyle bir gündü. Birinci ölüm yıl dönümü nedeniyle gazetemizin efsane genel yayın yönetmenlerinden Doğan (Heper)ağabeyimizi anmak için Zincirlikuyu Mezarlığı’na giderken patronumuz Erdoğan Demirören’in vefat haberini aldık. İçimiz acıdı... Kısa bir durgunluk sonrasında da Erdoğan Bey’in 3 Mayıs 2011’de Milliyet’i aldığı gün “Meşale emin ellerde” diye başladığı konuşmasını anımsadık. Şöyle demişti:
“Kurum-larımızı medya sektöründe daha güzel ve ileri bir noktaya götürüp getirebilmek en büyük amacımızdır. Biz gazeteleri büyüteceğiz.”
Bu konuşmanın ardından ilk yıl ortaklıktan kaynaklanan nedenlerle sancılı geçmişti ama Erdoğan Bey’in kararlı duruşuyla onu da atlatmıştık. Tabii yine aile kenetlenmesiyle. Anımsıyorum da Erdoğan Bey o günlerde biz eskileri sık sık çağırır, Milliyet ve medyanın
Türkiye ile ABD’nin mutabık kaldığı yol haritası uyarınca, Menbiç terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG/PYD’den arındırılacak, ABD’nin verdiği silahlar da geri alınacak. Yani olması gereken nihayet olacak. Çünkü Obama da bu konuda defalarca söz ve teminat vermişti, hatta YPG’li teröristler Menbiç’i terk ediyor gibisinden uyduruk haberler sızdırılmıştı. Sonrasında da Menbiç’te YPG/PKK’lı teröristlerle birlikte şov yapan bir ABD’li generalin “Türkiye bizi vurursa agresif karşılık veririz” sözleriyle ilişkiler hepten gerilmiş ve “Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelirse” diye endişelenmiştik. Neyse ki iş o noktaya gelmedi ve TSK’nın kararlılığını gören ABD, Türkiye ile müttefik, stratejik ortak olduğunu anımsadı. Tabii bu şu an Menbiç ile sınırlı. Evet, daha sonra Fırat’ın doğusunda da aynısı uygulanacak deniliyor ama bu noktada da ABD’nin 1990’lı yıllarda başlayan Ortadoğu’daki stratejik yönelimi istikametinde YPG/PKK’yı silahlandırarak araç olarak kullanma ısrarı dikkate alındığında kafalar karışıyor. Niyesini MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş anlatıyor:
“Menbiç’te güvenliğin Türkiye ve ABD tarafından ortak sağlanacağı, YPG/PKK unsurlarının buradan çekileceği meselesi
İlk günlerinde oldukça alçak tondan seyreden, şimdilerde ise sertleşen ve FETÖ bağlantıları ya da “apolet” sökme tartışmalarıyla karşılıklı restleşmelere dönüşen seçim kampanyasına odaklanan ülkede bugün dikkatler sadece meydanlarda değil Washington’da da olacak. Çünkü Türkiye’nin kararlılığı ve baskısıyla Menbiç’in YPG/PKK’lı teröristlerden temizlenmesi için ABD ile karşılıklı imzalar atılacak. Tabii yine bir son dakika sürprizi olmazsa. Atıldığında plan net. Menbiç’ten teröristler çıkacak, denetim Türkiye ve ABD’nin kontrolüne geçecek. Sonrasında da bölgenin demografik yapısı gereği çoğunluğu Araplardan olmak üzere yerel yönetim oluşturulacak. Dolayısıyla da Türkiye’nin bekasına yönelik terör koridoru tehdidini bertaraf etme hamlelerine El Bab ve Afrin’den sonra Menbiç halkası da eklenecek. Hem de tek bir mermi atmadan,yani Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekatları gibi sahada değil, ABD’li generallerin, YPG’lilerle verdikleri fotoğraflar ve onlara kol kanat geren söylemlerine rağmen masada varılan mutabakatla... Peki nasıl oldu da o kadar tavır koyan ABD bir anlamda geri adım attı. Soruya emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu yanıt veriyor:
“Sonuçta ABD için İncirlik önemli, NATO