FETÖ’ye dönük “mahrem imamlar” operasyonu sadece paralel emniyeti kapsamıyor. Sırada TSK ve diğer kamu kuruluşlarıyla çiplerdeki şifreleri çözen MİT de var. Örneğin eski Hava Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a göre, MİT’te 400, TSK’da da bunun 4 ya da 5 katı personelin (son KHK ile ihraç edilenlerin dışında) FETÖ’yle bağlantısı saptanmış durumda ve yakında da düğmeye basılacak. Yani bu kez “temizlik harekâtı” çok kapsamlı ve öncekilerden de çok farklı. Çünkü daha öncekilerde FETÖ’nün her operasyondan haberi olur ve bu da sosyal medyadan paylaşılırdı. Doğal olarak duyan da kaçardı. Şimdi ise aylar süren bir çalışmaya rağmen tek bir bilgi sızmadı ve herkes bir sabah 81 ildeki şok operasyonla güne uyandı. Bu İstihbarat, Terörle Mücadele (TEM) ve Organize Suçlar (KOM) Müdürlüğü kadrolarının artık paralel değil devlet polisinin kontrolünde olması adına olumlu bir gelişme. Dolayısıyla da FETÖ açısından büyük bir yıkım. Ancak bu operasyonların ortaya çıkardığı başka bir nokta daha var. Onu da Üçok şöyle açıklıyor:
“Örgüt hâlâ organizasyonunu sürdürmek, iletişimini sağlamak için çalışmalarına devam ediyor. Hani biz diyoruz ya bitti tükendi, yüz binlerce adam
Emniyet’teki FETÖ temizliği sürüyor. Son açığa alınan 9 bini aşkın polisle birlikte teşkilatta FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle haklarında işlem yapılanların sayısı 20 bini geçti. Buna göre 250 bin polisin bulunduğu Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki her 10 kişiden birinin FETÖ’yle bağlantısı netleşti. Tabii bu rakam şu an itibarıyla geçerli çünkü Emniyet içi operasyon sonlanmış değil. Nitekim MİT’in elindeki, şifresi kırılan çipte daha on binlerce polisin adının olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla da teşkilatta tsunami beklentisi yüksek. Dahası, bu rakamların dahi “Temizlik tamam, bitti” anlamına gelmeyeceğini savunanlar var. Gerekçeleri de açığa alınan, haklarında soruşturma açılan ya da meslekten atılanların büyük çoğunluğunun polis diliyle namlunun ucundakiler olması. Yani aralarında bazı dikkat çekici isimler olsa da “ağır abilerin” veya vukuatın azmettiricilerinin henüz ortaya çıkmaması ya da çıkarılmaması. Örneğin, bunlar arasında bir ara 81 ildeki emniyet müdürlerinden FETÖ’cü olduğu söylenen 74’ünün isimleri var mı? Ya da açığa çıkan on binlerce FETÖ’cü polisi mesleğe dahil edenler, katkısı olanlar kimler?..
Dün bu durumu önceki yıllarda polis okullarında öğretmenlik de yapan
TSK’nın ilk kez vurduğu Kuzey Irak’taki Sincar, Türkiye için hayati derecede önemli ve müdahalenin ‘olmazsa olmaz’ denilebileceği yerlerden biri. Çünkü burayı “İkinci Kandil” yapmaya niyetlenen PKK Irak bölgesiyle Suriye tarafı yani PYD’nin bulunduğu kantonları birleştirmeye çalışıyordu. Dolayısıyla da bu harekât uzunca bir süredir planlanan bir hamleydi ve yapıldı. Yani Türkiye o bölgedeki PKK yapılanmasını ortadan kaldırmadaki kararlılığını gösterdi. Hemen sonrasında da “Siviller zarar gördü” ya da “Dağ taş vuruldu” gibisinden yalan yanlış iddialar ya da provokasyonları önlemek amacıyla yok edilen hedefler ve PKK’ya verdirilen zayiat görüntüleri, bilgileri kamuoyuyla paylaşıldı...
Dün bu ve süreceği söylenen benzeri hava operasyonlarının terör örgütüne etkisini eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin’e sordum. Öncelikle söylediği şuydu:
“Hiçbir hava operasyonunda dağ taş vurulmadı, vurulmuyor. Hava, Kara kuvvetleri ile Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda hem Türkiye içi hem de Kuzey Irak ve Suriye’ye yönelik hedef listeleri vardır. Bunlar gelen istihbarat, insansız hava araçlarından gelen ve dinlemeden alınan bilgilerle devamlı
Referandum tartışma-larının ardından yine Suriye odaklı bir gündem ve sınır ötesi harekâtlar söz konusu... Olası hedefler arasında terör örgütü PKK’nın “ikinci Kandil” yapmaya çalıştığı Kuzey Irak’taki Sincar’ın yanı sıra bizim de daha önce sıkça gündeme getirdiğimiz (16 Şubat, 04 Mart, 02 Nisan 2017 tarihli yazılarımız )Süleyman Şah Türbesi’nin Suriye’deki eski yerine taşınması var. Tabii Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı’yla yapacağı 16-17 Mayıs’taki görüşmeyle bağlantılı olarak. Çünkü Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen Kürt koridorunu kesecek en stratejik konumdaki o topraklar şu anda PYD/YPG’nin kontrol altında tuttuğu bölge Menbiç’in içinde. Yani orada ABD var ve Rakka operasyonunda kara gücü olarak kullanmayı düşündüğü PYD/YPG’ye silah desteği veriyor. Dolayısıyla Trump’un ne diyeceği çok önemli. Ancak bu hamle Türkiye açısından da hayati değerde. Dahası uluslararası anlaşmalar gereği sözü edilen yer Türk toprağı...
Peki Trump bu görüşmede ne derse ne olur? Süleyman Şah Türbesi’nin bir an önce eski yerine taşınmasının Kürt koridorunu kesecek şu andaki en akılcı ve tek hamle olduğunu ısrarla yineleyen emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, şöyle diyor:
“Türkiye Süleyman Şah
Tunceli’deki şehitleri kalplerimize gömdük, helikopterin düşüş nedeniyle ilgili soruşturma ise sürüyor. Şu ana kadarki açıklamalar helikopterin dağa çakılma nedeninin kötü hava koşulları olduğu yönünde. Yani herhangi bir dış müdahale, terör saldırısı söz konusu değil, teknik bir arıza olup olmadığı konusunda da henüz bir bulgu yok. Dolayısıyla da üzerinde önemle durulması gereken nokta şu:
TSK’nın ve Emniyet’in en çok kullandığı helikopterler arasında yer alan, dahası, bugüne kadar 20 civarında düşmesine rağmen teknolojik üstünlüğünden, güvenilirliğinden söz edilen Sikorsky olumsuz hava koşullarına nasıl yenildi? Ya da kaza anına kadar uçuş planının önemli bir bölümünü sorunsuz tamamlayan, hatta şehit polis memuru Mesut Özdemir’in havadayken cep telefonundan canlı yayın yaptığı helikopteri düşüren kötü hava şartları ne olabilir? Örneğin sadece sis yeterli mi?
Dün bunlara yanıt bulmak amacıyla Hava Kuvvetleri uçuş okullarında uzun yıllar komutanlık ve öğretmenlik yapan emekli bir generalle konuştum. Öncelikle söylediği şuydu:
“Şimdi birçok senaryo üretilir; helikopter düşürüldü, şöyle oldu, böyle oldu diye. Bana göre, bu helikopter kalktığı yerden emniyet irtifaını alacak
Anayasa deşikliğiyle hemen hayata geçirilecek üç düzenleme arasında yer alan askeri mahkemelerin kapatılması sadece yargıdaki çift başlılık ile farklı içtihatlar tartışmasını değil, darbeci FETÖ’cülerin olası bir “yargılamada usul hatası” başvurusu veya savunmasının önünü de kesti. Çünkü değişikliğin kabul edilmemesi durumunda FETÖ’cülerin “askeri mahkemede yargılanma talebi”ne olanak verecek yasal bir zemin (26.01.2017 tarihli yazımız) söz konusuydu. Bu da yargılamanın ve çıkacak kararın uluslararası düzeyde tartışılmasına yol
açabilirdi. Şöyle ki;
14 Temmuz 2016, yani darbe girişiminden bir gün önce Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 12. maddesinde şöyle deniliyor:
“Genel kolluk kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetini aşan durumlarda terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini bozması halinde İçişleri Bakanlığı’nın teklifi üzerine
TSK görevlendirilebilir.
Görevlendirilen TSK birlikleri ve personeli, kendi komutanının sorumluluğu altında, onun emir ve talimatlarına göre TSK İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen yetkilerle kolluk kuvvetlerinin
Bir önceki sandık sınavından (01 Kasım 2015) bu yana terör, darbe girişimi, OHAL, referandum gelişmeleriyle yüklü “sıcak” bir dönem geçirdik. Dolayısıyla da ülkece “Bekle ve Gör” ruh halindeydik. Hem siyasi hem de ekonomik açıdan. O nedenle, herkesin gözü ülkenin geleceğini etkileyen bu referandumdaydı. Nitekim kampanya sürecinde sahaya yansıyan çekişme, hava ve sandığa gösterilen yoğun ilgi de bunun açık kanıtı oldu. Aslında bu referandum bana 6 Eylül 1987’deki bazı siyasetçilerle ilgili yasakların kaldırılmasına dönük oylamayı anımsattı. O zaman da son derece çekişmeli bir referandum süreci yaşanmış ve çok az bir farkla Evet kazanmıştı. Ama o gün “Evet”i savunan iktidar değil karşı taraftı ve halkı ikna etmeye başarmıştı. Bu kez ise iktidarın savunduğu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yine kıl payı bir “Evet” kararıyla onaylandı ve yeni bir döneme girildi. Tabii siyasi tercihler açısından ortaya çıkan üç parçalı bir Türkiye fotoğrafıyla. Çünkü ortaya çıkan tabloya göre Trakya, Ege ile Akdeniz kıyıları ve Güneydoğu “Hayır”cı, geri kalan ise “Evet”çi oldu... Ve bu haliyle de 1 Kasım seçimleriyle benzerlik gösterdi. İşte bu noktada da aslında tartışılması gereken konu şu:
Bu uzun
Yarın Türkiye’nin geleceği oylanacak. O nedenle herkesin sandığa gitmesi fazlasıyla “vatandaşlık” görevi. Yani hiç kimsenin “Benim oyum neyi değiştirecek?” deme ya da “sandık küskünlüğü” yapma veya “mazeret” üretme lüksü yok. Dahası gittiğinde de neyi oyladığını ve sonuçlarını düşünerek tercihini yapmak zorunda. Çünkü bir oy her seçimde önemli ama bu kez doğrudan sonucu ve 80 milyonun kaderini etkileyecek değerde. Nasılını YSK’nın CHP’li üyesi Av. Mehmet Hadimi Yakupoğlu şöyle anlatıyor:
“Bu seçim türü yani halk oylamasında biri yurt dışı 86 seçim çevresindeki bütün geçerli oyların hepsi bir kazana, torbanın içine atılıyor içinden bir fazla olan da kazanıyor. Oysa son milletvekili seçiminde ne oldu? Kullanılan geçerli oyların en fazlası sıralaması AKP, CHP, MHP ve HDP olarak gerçekleşti. Ama milletvekili dağılımında 4. parti konumundaki HDP, 3’üncü sıradaki MHP’den az oy almasına rağmen daha fazla milletvekili çıkardı. Çünkü o milletvekili seçimiydi, bölge bölge belirlendi. Ancak burada öyle değil en çok oyu alan kazanacak. Yani bir oy gerçekten çok önemli.”
Peki katılım oranının sonuca etkisi?
“Çok... Örneğin, bir sandıkta 10 tane seçmen var, 6’sı hayır düşünüyor, dördü evet