Fırat Kalkanı Harekâtı’nın en kritik hedeflerinden birini oluşturan El Bab birçok açıdan önemli. El Bab Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’nun eline geçtiğinde DAEŞ Suriye’nin doğusuna sıkışmış bir örgüt konumuna düşecek, PYD\YPG içinse Afrin’le birleşerek Kuzey Suriye’de toprak bütünlüğüne sahip devletimsi bir yapı kurma hayallerinin sonu olacak. Dolayısıyla da DAEŞ’in tahkimat yaptığı El Bab’daki mücadelenin daha önceki aşamalardan çok daha zor olacağı biliniyordu. Nitekim öyle de oldu ve göğüs göğüse savaş aşamasına gelindi. Ve şehit kanlarıyla sulanan kentin en kritik noktası ‘Akil Tepesi’ teröristlerden temizlendi...
Özetle, dört ayı geçen Fırat Kalkanı Harekâtı’nın asıl zorlu aşaması yeni başladı. Çünkü El Bab’dan sonra, sıranın Rakka’ya geleceğini bilen terör örgütü DAEŞ burada intihar saldırıları, keskin nişancılar, mayınlar ve el yapımı patlayıcılarla ciddi bir direnç gösteriyor. Harekâtı zorlaştıran bir başka sıkıntı da kentteki siviller ve DAEŞ’in bu insanları canlı kalkan olarak kullanması. Dahası, yerleştirdiği kameralarla TSK’ya karşı alçakça bir tuzak kurması. Amaç da şu:
Türk askeri sivilleri, Arapları öldürüyor, katliam yapıyor algısı yaratıp, Arap
Ankara’daki suikastın arkasında kim var? “Terörist polis”in okuduğu okullar, bağlantılar, olay sonrası gözaltılar FETÖ’yü işaret ediyor. Bu noktada da iki soru var: Suikast emrini örgüt mü verdi, yoksa FETÖ bu eylemde taşeron mu? Taşeronsa da tek adres olağan şüpheli CIA mı? Her ikisi de olası. Yani FETÖ, “Hâlâ benim gücüm, adamlarım var” diye hem Türkiye’ye hem de ABD’ye mesaj vermek istemiş ya da Türkiye-Rusya yakınlaşmasından ve Suriye’deki gelişmelerden tedirgin olan CIA bir kurgu yapmış olabilir. Peki, dünyanın birçok noktasındaki kirli oyunlarda parmağı olan CIA bu denklemin çok kolay çözüleceğini kestiremez mi, dolayısıyla da bu kalleşlikte FETÖ’yü taşeron olarak kullanan bir başka gücün dahli olamaz mı? Bunlar da mümkün zira biliyoruz ki; FETÖ bugün devlete, orduya sızmış dünyanın en profesyonel terör örgütlerinden biri; içinde işadamı, siyasetçisi, diplomatı, medyası, yani herkes var. Bu gibi terör örgütlerine vekâlet savaşlarının asli aktörleri küresel ya da bölge ülkeleri gizli servislerinin eleman sızdırdıkları da bir gerçek. Yani böyle bir olaya sütre gerisindeki diğer aktörlerin direkt dahli olmasa da, bilip görmezden gelmesi olası. İşte bu noktada akla gelen bir
Terörün amacı, toplumda endişe ve korkuları körükleyerek kitleleri kontrolsüz infiallere sevk etmek. Bugün PKK’nın İstanbul ve Kayseri gibi büyük şehirlerde uygulamaya çalıştığı planın özeti bu. Evet bir hafta arayla gerçekleşen kalleş saldırılarda görünen hedef polis ve PKK’nın korkulu rüyası komandolar olsa da asıl amaç ülkede kardeş kanı akıtmak, yani iç savaş çıkartmak. Şöyle ki; Haziran 2015 seçimlerinden sonra bölgesel ve küresel güçlerin desteğiyle ülkenin doğusunu Suriye’deki iç savaşla birleştirme hevesine! kapılan PKK bunun üzerinden bir ayaklanma hesabındaydı. Bunun için de dağ kadrosundaki teröristlerini yerleştirdikleri Güneydoğu’daki Cizre, Nusaybin, Sur ya da Yüksekova gibi ilçelerde hendekler, barikatlarla kaos taktiğini denedi. Amaçladıkları ise devletin silahlı gücünü üzerlerine çekmek ve bu vesile ile, Suriye’de olduğu gibi, bölgede bir halk ayaklanmasını tetiklemek idi.
Fakat, Kürt vatandaşlar bu oyuna gelmedi ve terör örgütünün kendisinden beklediği desteği ona vermedi. Hatta, bütün tehdit ve alıkoymalara rağmen, halk, bulduğu ilk fırsatta oradan kaçarak kurtulmaya çalıştı. Aylarca süren çatışmalarda da binlerce PKK’lı öldürüldü. Açıkçası kukla terör örgütünün
Darbe girişimde ele geçirilen silahlar arasında MG3, biksi, doçka gibi ağır silahların yanı sıra HK33, G1, G3, kalaşnikof, glock, MP5 ile bunlara ait çok sayıda mühimmat, yangın çıkarma ve zırh delici özelliği olan 25 milimetrelik top mermileri vardı. Asker kılığındaki FETÖ’cüler tarafından kullanılan bu silahlar tasnif ve balistik incelemelerin ardından Silahlı Kuvvetler’e teslim edilecekti. Dolayısıyla, kayıp silah iddiaları ve boyutu da (varsa) netleşecekti. Çünkü envanter konusunda çok hassas olan TSK’da her bir silahın, merminin seri numaralarıyla tek tek kaydı mevcut, dahası bunlar birilerinin, özellikle de astsubayların üzerine zimmetli... Yani silahların kışlaya dönüşünden sonra basit bir karşılaştırma işlemiyle kafa karıştıran pek çok soruya yanıt bulmak çok kolay...
Peki, bu yönde ‘FETÖ’den 40 bin kişi tutuklandı’ gibi somut bir gelişme var mı? Dün bu soruyu Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Genel Başkanı Ahmet Keser’e yönelttim. Olmadığını belirten Keser, “Bu yüzden üstünde zimmet bulunan astsubaylar çok rahatsız” dedi. Nedenlerini de şöyle sıraladı:
“Ordudaki tanklar, toplar, silahlar, askerin su matarası hatta ayağındaki bot ve çoraplar dahi astsubaylara
Her terör saldırısından sonra olduğu gibi yine “istihbarat ve güvenlik zafiyeti”ni tartışmaya başladık. Bir taraf diyor ki; istihbarat zafiyeti var, olmasaydı bombacılar yakalanır ve bu katliam önlenebilirdi. Aksini savunanlar ise diyor ki; Emniyet Genel Müdürlüğü İstanbul’daki saldırıdan 37 gün önce 81 il valiliğini uyarmış, olaydan bir gün önce 40 bin polisle ülke çapında yapılan operasyon da bu konudaki duyarlılığın kanıtı. Dahası, küresel tehdit teröre karşı dünyanın hiçbir yerinde yüzde yüz etkin önlem söz konusu değil. Olmadığı da birçok ülkede yaşanan örneklerle ortada. Kaldı ki; bugüne kadar yakalanan çok sayıda canlı bomba var...
Yani 44 şehit verdik, son 1.5 yılda düzenlenen bombalı kalleş saldırılarda yitirdiğimiz insanlarımızın sayısı 500’e yaklaştı ama biz hâlâ istihbarat ve güvenlik zafiyeti var mı yok mu ve benzer olaylar her ülkede olabilir noktasındayız. Oysa her ikisinde de zafiyet olduğu çok açık ve net. Aynen 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi...
Şöyle ki; Bir uyarı vardır analize dayanır. Nedir? Başlattığı hendek teröründe büyük zayiat veren, Fırat Kalkanı harekâtıyla da Suriye’deki koridor planları çöken, PKK/YPG, Türkiye’de ses getirici eylem yapabilir.
Türkiye hem kendi sınırları içinde hem de dışında teröre, teröristlere karşı amansız bir mücadele veriyor. Bu nedenle de uzunca bir süredir terör örgütlerinin hedefinde. Buna Haziran 2015 genel seçimlerinden iki gün önce Diyarbakır’daki bombalı saldırıyla başlatılan çok ciddi ve bilinçli bir “terör dalgası” da denilebilir. Çünkü bu terör sadece kriminal bir hadise değil, arkasındaki güçler açısından siyasi hedefleri amaçları da olan kalleş bir tuzak. Özeti de şu:
Umudumuzu bitirmek, bizleri korkutmak, ülkemizi yaşanamaz hale getirmek ve sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak.
İşte bu bağlamda da son 1.5 yılda düzenlenen 15 civarındaki alçakça saldırıda yüzlerce insanımızı kaybettik. Kiminin arkasından PKK, kiminin arkasından ise IŞİD çıktı. Yani başka ülkelerin topraklarında birbirleriyle savaşan kuklalar, söz konusu Türkiye olduğunda hedef ve eylem odaklı birleştiler. Son bir kaç aydır da bu gibi olaylar gündeme gelmiyor, derken yine canımız yandı ve 38 şehit verdik, 150’den fazla vatandaşımız da yaralandı. Hem de İnsan haklarının konuşulduğu bir günün gecesinde...
Bu noktada bir başka sorun ise bir taraftan katillerle ve arkasındaki güçlerle savaşan Türkiye’nin bomba yüklü bir
Dünya savaşları, inanılmaz boyuttaki insan kayıpları ve büyük insan hakları ihlalleri modern insan hakları belgelerinin gelişiminin arkasındaki itici güç olmuştu. Yani kan ve gözyaşından ders çıkaran dünya ülkeleri “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” noktasında birleşmiş, dahası, “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” hükmü de evrenselleşmişti. Ancak bunların hiçbiri kâğıt üstünde kalmaktan öteye geçemedi. Dolayısıyla da bugün dünyanın hemen her ülkesinde az ya da çok insan hakları ihlalleri yaşanıyor, haksız hukuksuz olarak insanların özgürlükleri elinden alınıyor. Hakkını arayana da sorgu sual hakkı dahi verilmiyor. Savaşların hüküm sürdüğü bölgelerde ise tablo hepten facia...
BM verilerine göre, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük insani kriz olarak görülen Suriye savaşında 50 bine yakın çocuk, bir o kadar da kadın olmak üzere toplamda 400 bin sivil can kaybı oldu, 1.5 milyon insan da yaralandı. 11 milyon insan ise evini, ülkesini terk etti. Tabii bunlar şu ana kadar olanlar, çünkü kan ve gözyaşı devam ediyor. Örneğin Halep’te sadece son 20 günde
Kemal Kılıçdar-oğlu’nun Adana’da düzenlenen mitingde, tutuklu gazeteciler arasındaki, FETÖ’cü olduğu öne sürülen bazı isimleri alkışlatması gelenekselci CHP’lileri kızdırdı. Özellikle de bu durumu doğru bulmadığını belirten Deniz Baykal’ın “Gerçek CHP kimliğini ortaya çıkarmamız lazım” çıkışından sonra daha inandırıcı, güven veren ve etkin bir CHP için eski mi yoksa yeni mi tartışması yine alevlendi. Dolayısıyla, biz de eski ve yenici bazı partilerle dün yoğun bir telefon trafiği yaşadık. Her konuşmamızda da öncelikle Adana’daki mitingle ilgili yorumlarını, sonrasında da parti içine dönük yansımalarını sorduk. Buna göre; eskiciler, yani gelenekselciler diyor ki:
Kemal Kılıçdaroğlu iyi bir kadro kuramadı, yola çıkarken güvenilir olmayı yitirdi. Adana’daki son olay da bugüne kadarki yanlış politikaların bir sonucu. Ana muhalefet partisi olarak mağdur veya suçlu olan birilerinin haklarını savunabilirsin, onları hukuk içerisinde yargılayın diyebilirsin. Ancak onun ismini zikrederek burada deyip alkışlatmak o adamın arkasında durduğunu gösterir. Bu da parti genel başkanını bırak, parti üyesinin dahi yapmaması gereken vahim bir olaydır. Nitekim Baykal’ın sözleri de hem parti başkanlığı