Emniyet Genel Müdür-lüğü’nün son açıklamasına göre; FETÖ ile bağlantısı olduğu değerlendirilen 2 bin 523’ü amir olmak üzere toplamda 12 bin 801 personel görevden uzaklaştırıldı. Temizlik tamamlandı mı? Tabii ki hayır. Şimdi de genel müdürlük bünyesinde üst düzey (genel müdür yardımcıları, daire başkanları) ve 40 civarında ilin emniyet müdürünü kapsaması beklenen kararname gündemde. Yani sıra yaklaşık 300 bin kişilik teşkilatın tepesinde. Buna bugüne kadarki tayin ve terfiler ile FETÖ’cü temizliğinde etkili olan kadroların güven sorgulaması da denilebilir. Çünkü son dönemlerde terfi alan, kritik noktalara atanan pek çok polis FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle tutuklandı, açığa alındı ya da ihraç edildi. FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle emekliliğe sevk edilenlerin de çoğu temiz çıktı. O nedenle de herkesin gözü kulağı bu kararnamede. Dolayısıyla da teşkilat çok hareketli ve tedirgin.
Dün bu durumu 2015 yılında emekli edilen 1700 emniyet müdürü içinde yer alan alan, emekli polis başmüfettişi Mutlu Çelik ile konuştum. Anlattıkları teşkilatta yaşananlar ve yaşanacaklar açısından çok çarpıcıydı. İşte satırbaşları:
Açıklanan ihraç rakamları az bile. 2007’den sonra alınan tüm polisleri
Kan parası, kasten ya da dikkatsizce bir kaza sonrasında bir kişinin ölümüne sebebiyet verenlerin ölen kişinin ailesine ödedikleri tazminata halk arasında verilen ad. Hukuk sistemimizde kan parası adlı bir tazminat bulunmasa da mahkemelerde fiilen var ve karara etkili oluyor. Nitekim aynı konu alkollü kullandığı lüks otomobiliyle bir polisin şehit düşmesine diğerinin de ağır yaralanmasına neden olan Rüzgar Çetin’in davasında da gündeme geldi. Dolayısıyla da ailenin şikâyetten vazgeçmesinin ardından Rüzgar Çetin’in serbest kalması özellikle sosyal medyada tartışma ve tepkilere neden oldu. Hatta daha önce trafik kazasında annesini kaybeden bir kişi, kararın adalet duygusunu derinden yaraladığı, kamu vicdanını sızlattığı gerekçesiyle tahliyeye karar veren hâkimler hakkında tazminat davası açtı.
Bu olayda aile “kan parası” pazarlığı yapmıştır, almıştır ve bu da kararı etkilemiştir o ayrı bir tartışma konusu ama kan parası açısından asıl kafa karıştıran nokta şu:
Ölen kişinin ailesine ödenen “kan parası”, buna sebebiyet verenin kamuya karşı sorumluluğunu neden hükümden düşürüyor? Hele de Rüzgar Çetin davasında çünkü görevi başında şehit düşen polisin ailesine tazminat (miktarı
ABD’li yetkililer soruldu-ğunda “Türkiye, Suriye ve Irak’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü güçlü şekilde desteklediklerini” açıklıyorlar. Yani Kürdistan devleti gibi bir planlarının ya da hayallerinin asla ve kat’a olmadığını söylüyorlar. Ancak Irak’ın işgaliyle başlayan gelişmeler ve bugün Suriye’de yaşananlar ile Türkiye’ye yönelik tehditler bu söylemin tam tersini gösteriyor. Buna ABD’nin Kürdistan devleti niyeti ve oluşturma gayreti de denilebilir.
Peki, bunlar sürpriz mi? ABD’nin “Türkiye bizim ezeli ve ebedi müttefikimiz” sözlerine takılırsan evet ama arşivleri dikkate alırsan hayır. Şöyle ki; çok yıllar önce konuştuğum (08 Ağustos 1989, Milliyet) em. Korgeneral merhum Faruk Güventürk, 1965 yılında atandığı Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’nın ilk gününde gittiği ABD’nin radar üssünde komutan odasında gördüklerini şöyle anlatmıştı:
“Komutanın arkasında ABD Cumhurbaşkanı Johnson’un resmi ve masanın yanında da bir Amerikan bayrağı olduğu gibi duvarda da üzerinde büyük harflerle Kürdistan/Ermenistan yazılı büyük bir harita asılmıştı. Derhal radar komutanı albaya şöyle dedim: Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir. Madem ki müttefikiz, bizim Cumhurbaşkanımız ve kurucumuz olan
15 Temmuz’un kilit ismi Adil Öksüz’ün jandarmada gözaltındayken tuvalete gittiğinde sakladığı cihazın sırrı hala çözülmüş değil. Tutanaklara yansıdığı kadarıyla ‘ZTE 4G LTE’ olarak tanımlanan cihaz bir GPS (yer koordinat belirleme) aleti. Hem de ABD’de satılan ve en gelişmişlerinden. Ancak bu cihazın sadece sıradan bir koordinat belirleme cihazı olmadığına yönelik kuşkular da var. Nitekim bunu son olarak ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu da dillendirdi ve cihazın gerçek işlevi hakkında önemli bilgilere sahip olduğunu ima etti. Hatta “bu cihaz nerede belli değil” diyerek durumu daha da gizemli bir hale soktu...
Gerçekten bu çok gelişmiş cihazın işlevi sadece yer belirleme mi, yoksa Kılıçdaroğlu’nun da dikkat çektiği gibi 15 Temmuz’a dönük bazı sırları da var mı? Dün bu soruyu Washington’da uzun yıllar Deniz Ataşesi olarak da görev yapan Dz. K. K. eski Genel Sekreteri E. Dz. Kur. Kd. Albay Mehmet Asal’a yönelttim. İşte anlattıkları:
Aslında bu bir GPS değil,VINN cihazları gibi çalışabilen ve aynı anda 10 kadar WIFI özelliğine sahip (Telefon, bilgisayar vb. gibi) internet bağlantısına olanak sağlayan kablosuz bir modem. Tüm VINN cihazları gibi içerisinde bir SIM kartı var. Bu kart
Kuşatma altındaki Halep’e insani yardım götürmek üzere hazırlanan 100 TIR’lık Türk Kızılayı konvoyunun Esad’ın bombalarından kıl payı kurtulduğu ortaya çıktı. Şöyle ki; Kurban Bayramı’ndaki ateşkes kararından sonra Halep’te sıkışan yüz binlerce insana gönderilmek üzere Türk Kızılayı’nca ağırlıklı olarak gıda ile kadın ve çocuklara yönelik ihtiyaçları içeren yardım malzemeleri hazırlandı. Plana göre 100 TIR’lık konvoy hemen yola çıkacaktı ancak Halep’in tek ikmal hattı olan “Castello Yolu”nu tutan Suriye rejimi ve ona karşı savunma hattını terk etmeyen ÖSO güçleri arasında süren çatışma nedeniyle her iki taraftan da “Gelebilirsiniz” diye konfirmasyon alınması kararlaştırıldı. Bekleme sürerken, yine Halep’e yardım malzemesi götürmek üzere yola çıkan 31 TIR’lık BM konvoyu saldırıya uğradı ve 20 yardım gönüllüsü yaşamını yitirdi. Dolayısıyla da Türk Kızılayı’nın yardım konvoyu gidemedi.
Dün bu durumu konuştuğum Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’ın ilk sözü “Gönderseydik bizimkiler de vurulacaktı” oldu, sonrasında da yaşananları şöyle anlattı:
“Bugüne kadar yardım malzemelerimizi sınırda Suriyeli taşımacıların kamyonlarına naklediyorduk, dağıtımı Suriye Kızılayı yapıyordu. Bu
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nda MİT’in görevi şöyle tanımlanıyor:
Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
Bu görevin nasıl ifa edildiğini 15 Temmuz’da gördük. Değil tehdidi önceden haber alıp uyarmak, bünyesindeki paralel yapının FETÖ ile ilgili gelen istihbari bilgileri gizledikleri anlaşıldı. Yani istihbarat çalışması yapmak amacıyla sızma faaliyetleri yürüten MİT’e de sızıldığı ortaya çıktı. Buna bağlı olarak da 87 personel MİT’ten ihraç edildi, 41 kişi hakkında da soruşturma sürüyor.
Dün bu durumu eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Yaşananları “MİT tarihinde kara bir sayfa” olarak yorumlayan Öneş, şunları söyledi:
“Böylesine bir teşkilatta böylesine bir tehdit unsurunun örgütleşmesi, kadrolaşması gerçekten ürkütücü ve
FETÖ temizliği, terör, sınır ötesi harekat nedeniyle her gün yeni bir sıcak gelişmenin yaşandığı ülke gündeminde planlanmış bir “erken seçim” yok ama herkesin dilinde var hem de farklı seçeneklerle. Örneğin bir görüş AKP’nin kendi içindeki cemaatçileri temizlemek için yerel seçimleri erkene alacağı yönünde, bir başka görüş ise AKP’nin erken genel seçime giderek hem MHP hem de HDP’nin baraj altına inme planı için düğmeye basacağı yolunda. Her ikisi için konuşulan tarih de 2017’nin sonbaharı... Bu arada da erken seçim değil ama genel, yerel ve Cumhurbaşkanlığı olmak üzere üç seçimin yapılacağı 2019’un yükünü hafifletmek amacıyla “2018-2019 ve 2020 olarak her yıl bir seçim” diyenler de var. Yani her an bir seçim takvimi olası. Nitekim siyasi partilerde buna dönük olarak teşkilatlarını uyarıyor, yaptıkları açıklamalarda da “yarın seçim olsa hazırız” diyorlar. Bu durumda da akla gelen soru şu:
Seçim düşünmek için doğru zaman mı, gerçekten bir erken seçim olasılığı var mı?
Dün bu soruyu son seçimlerde en doğru tahmini yapan kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’e yönelttim. Verdiği yanıt şöyleydi:
“Terörle mücadele bu kadar yoğun bir şekilde devam ederken, ekonomide bir durağanlık söz
FETÖ’nün firari imamı Adil Öksüz yakalanamıyor mu yoksa yakalanmıyor mu? Bu sorunun yanıtı bir başka soru ‘Neden ya da nasıl serbest bırakıldı’da gizli. Çünkü onca korgeneral, orgeneralin yakalanması doğal karşılanırken Adil Öksüz isminin bir yerleri rahatsız ettiği çok açık. O nedenle Öksüz’ün salıverilmesi “Jandarma ne bu kişinin geçmişini araştırmış, ne ifadesini almış ne de üst arama ve yakalama tutanağı düzenlemiş. Deliller savcıdan ve hâkimden gizlenmiş” gibisinden açıklamalarla geçiştirilecek kadar basit değil. Tamam, FETÖ’nün TSK’daki en önemli yapılanması jandarma bünyesinde Öksüz’ü alan, sorgulayan da bu yapının bir parçası olabilir, dolayısıyla da delilleri karartabilirdi ama olmadığı HSYK müfettişlerinin incelemesiyle ortaya çıkan tutanaklarla kanıtlandı. Buna göre, Öksüz’ün üst araması yapılıp çıkanlar kayıt altına (tuvalete attığı GPS cihazı dahil) alınmış ancak o da kuşkulu. Zira dün konuştuğum Ankara’daki bir üst düzey yetkili bazı eksikler olduğunu söyledi. Ne gibi diye sorduğumda da şu yanıtı verdi:
“Öksüz’ün üst aramasında çıkan bir dijital bellekten söz ediliyor. Belli ki bunun içeriği birilerini rahatsız etti. Dosya tekâmül edip adliyeye gönderdiklerinde bir