TSK’nın desteğiyle ÖSO güçleri Cerablus’u tamamen ele geçirince IŞİD’in zulmünden kaçan kent sakinleri evlerine dönmeye başladı. Beklenti 100 bin Suriyeli’nin geri dönmesi... Harekatın şimdiki hedefi ise en az 200 bin kişinin yaşadığı IŞİD’in kontrolündeki El Bab’ı özgürleştirmek. Dolayısıyla da Halep’ten olası 200-300 bin kişilik yeni bir toplu göçe karşı oluşturulan güvenli bölgeyi genişletmek,dahası göçün tersine dönmesini sağlamak. Yani ABD’nin desteğindeki PYD-YPG’nin Kürt koridoru planını da çökerten bu kritik hamlenin hedefleri arasında güneyde istikrarlı bir komşunun yanı sıra Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin oluşturulacak güvenli bölgeyle birlikte kademeli olarak ülkelerine dönmeleri de var. Peki bu mümkün mü? Yani Suriyeli mülteciler geri döner mi? Dün bu soruyu Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan’a yönelttim. İşte yanıtları:
n Orada oluşturulacak bir güvenli bölge bundan sonraki göç dalgası için önemli. Çünkü böyle bir beklenti var ama bir biçimde kontrol ediliyor, engelleniyor. Örneğin PYD pozisyonunu kaybetmemek için Kürtlerin bir yere gitmesini istemiyor. Onun için insanlar perişan, kaçmak da istese
ABD Cerablus harekatı başladığında Türkiye’nin yanındayız, destekliyoruz gibi sıcak mesajlar vermişti, hatta koalisyon güçlerinin hava desteği de vardı ancak namlular Fırat’ın doğusuna geçmemekte direnen PYD-YPG’ye dönünce ilişkiler gerilmeye başladı. Yani harekatın IŞİD’in kontrolündeki El Bab’ın yanı sıra YPG’nin kontrolündeki Menbic’e yönelmesiyle ABD’nin havası değişti. Nedeni açık, “PYD ,YPG Fırat’ın batısını geçmemeli” sözleriyle takiye yapan ABD Suriye’deki Kürt koridoru planından vazgeçmiş değil. Nitekim sahibinin sesi PYD’den gelen açıklamalarda bu yönde. O nedenle de Suriye konusunda verilen sözlerde patinaj yapma ya da cayma açısından yeni sürprizler olabilir. Dolayısıyla da Türkiye’nin kararlılıkla devam eden Fırat Kalkanı harekatında olası risklere ya da bazı tuzaklara karşı hazırlıklı ve çok daha duyarlı olmasında yarar var. Örneğin neler mi? İşte dün konuştuğum üst düzey bir görevlinin uyarıları:
“Özellikle hava unsurlarımıza verilecek istihbarat yanlış olabilir dolayısıyla da El Bab’da sivil kayıpları olursa, yani Rusya’nın yaptığı bombalamalarda gördüğümüz çocuk ölümleri gibi manzaralar, Türk uçaklarının vurmasıyla yaşanırsa çok kötü bir şey olur orada..
ABD bunu
Türkiye Cerablus harekatıyla IŞİD’i sınırdan kazımak, ABD destekli Kürt koridorunu engellemek ve güvenli bölge oluşturmak adına çok stratejik bir hamle yaptı. Bu zor görevi de FETÖ’nün gölgesi ve darbe girişimi nedeniyle zor günler yaşayan Türk Silahlı Kuvvetleri başardı. Yani Fırat Kalkanı harekatı hem halkımız hem de TSK’ya büyük moral oldu. Nasıl olmasın ki, devletin hangi organına baksan FETÖ’ye satılmış kadrolar vardı, çok sayıda general, üst rütbeli subay ve savaş pilotunun ayıklanmasına rağmen bu “pisliğin” ordunun büyük çoğunluğunu kirlettiği söyleniyordu. Dolayısıyla da ister istemez hem askerde hem de sivilde bunun tedirginliği yaşanıyordu. Hatta bu nedenle askeri itibarsızlaştırmaya çalışanlar dahi çıktı. Ancak gördük ki “gerçek askerler” duruma hakim ve her zamanki gibi verilen görevi hakkıyla yerine getirdi, getiriyor...
Dün bu konuyu Balyoz davasından 18 yıl hapse mahkum edilen ve 40 ay hapis yatan, yani FETÖ mağduru emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile konuştum. Ki o general 15 Temmuz gecesinde de sokaktaki askerlere “Bunlar darbe yapıyor. Kışlaya dönün” diyerek askeri birliğin çekilmesini sağlamıştı. O nedenle Yavuz’a öncelikle “TSK’nın 15 Temmuz’dan sonraki ruh
5 Temmuz sonrasında Türkiye’yi suikastlar ve siyasal cinayetler beklediği bir süredir konuşuluyordu. IŞİD’i kazımak, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen Kürt koridorunu engellemek için yapılan Cerablus harekatı nedeniyle de IŞİD’in son Gaziantep ya da PKK’nın Elazığ ve Bitlis’teki gibi kalleş saldırılarına devam edeceği öngörülüyordu. Nitekim bunun bir örneği de dün Cizre’de yaşandı. Yani ana muhalefet liderine yönelik suikast girişimi sürpriz değil. Çünkü saldırının amacı neydi? Türkiye’yi karıştırmak, insanları birbirine düşürmek ve iç savaş . Aynen 15 Temmuz’daki FETÖ’nün darbe girişimi gibi. O nedenle eylemde FTÖ,PKK,IŞİD ya da onların taşeronlarından herhangi birinin imzasının olması alçaklık kriterini değiştirmiyor...
Peki bu durumda yapılması gereken ne? Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne pusu kuran tüm teröristlere karşı el ele olmak. Sıcak ve nokta istihbaratlarla teröristi eylem öncesinde yakalamak.
İstihbarat noktasında MİT, polis veya jandarma istihbaratın yine çuvalladığı ortada. Darbe girişiminin kaderini değiştiren şehit astsubay Ömer Halisdemir gibi şehit düşen ve yaralanan öncü askerler teröristleri fark edip olaya müdahale etmeseydi belki de bugün
Türk tankları dün sınırın ötesine, Suriye topraklarına geçti. Yani düne kadar IŞİD mevzilerini obüslerle uzaktan vuran TSK, Cerablus’a yönelik sıcak temas başlattı. Amaç füze saldırılarıyla Türkiye’yi tehdit eden IŞİD’i bölgeden süpürerek hudut güvenliğini sağlamak ve ABD’nin desteğiyle Kürt koridoru oluşturmayı hedefleyen PYD’nin oyununu bozmak. Aslında bu uzunca bir süredir konuşulan ancak bölgedeki hassas dengeler (Rus uçağının düşürülmesi, ABD’nin çıkarlarıyla çatışma) nedeniyle pek olasılık verilmeyen bir harekât. O nedenle de koalisyon kuvvetlerinin hava desteğinde olmasına rağmen bu harekâtın sonuçları tartışılıyor. En çok merak edilenlerin başında da Türkiye’nin bu harekâttan beklentileri, kırmızı çizgileri ile ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in tam da harekât gününe denk gelen Ankara ziyaretinin anlamı ve Türkiye ile ABD arasında çıkar çatışması yaşanıp yaşanmayacağı var. Gerçekten böyle bir şey söz konusu mu ya da olabilir mi? Dün bu soruyu eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korg. İsmail Hakkı Pekin’e yönelttim. İşte yanıtları:
Türkiye fiilen Suriye’yi işgal etmiyor. Suriye’nin bütünlüğüne yardımcı oluyor. Dolayısıyla kendi gücüyle kendi güvenliğini
15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Hava Kuvvetleri’nden 265 savaş pilotu atıldı. Bu durum, mecburi hizmet bitince özel sektöre geçmek için ayrılan ya da emekli olan pilotlara ilişkin rakamla birleşince önemli bir açık ortaya çıktı. Şöyle ki; dünyada koltuk sayısı/pilot sayısı oranı minimum 1/1.5 olarak kabul ediliyor. Türkiye’de ise bu oran 1/0.8’e düşmüş durumda, hatta 0.6 diyenler bile var. Bu 10 uçaktan 6’sı ya da 8’i uçabiliyor demek. Tabi bu da normal uçuşlar için geçerli, yani olağanüstü haller için görüntü daha da vahim. Bu açığı kapatmak için de bir vesileyle TSK’dan ayrılmış olanların yeniden TSK’ya kazandırılması ve dış kaynaktan yeni pilot alımı gibi önlemler gündemde..Nitekim geçenlerde THK (Türk Hava Kurumu) başkanı da bu yönde bir açıklama yaptı ve “Pilot bölümünde 463 öğrencimiz var. Dördüncü sınıflar pilot gibi verilebilir ve onlar muhtemelen 3-4 aylık askeri eğitimden sonra Çiğli’deki jet pilot yapmak için kısaltılmış bir eğitim programı ile birliklere F-16 pilotu, Fantom pilotu olarak gönderilebilir” dedi.
Gerçekten bu kadar kolay mı? Ticari uçak kullanmak üzere eğitim almış bir pilot, 3-4 aylık bir askeri eğitimle tanesi 50 milyon dolarlık F-16’nın koltuğuna
15 Temmuz’dan bu yana siyasette kamplaşma- kutuplaşma gitti, uzlaşma - kucaklaşma geldi. Artık birinin ak dediğine diğeri kara demediği gibi iktidar ve muhalefet partileri arasında hayal bile edemeyeceğimiz dayanışma görüntüleri izliyoruz. Asla bir araya gelmez denilen liderler ,hatta STK başkanları buluşuyor, sakin sakin birbirlerinin konuşmalarını dinliyorlar.
Batı’da olduğu gibi ülke sorunları denildiğinde ise iktidar muhalefeti bilgilendiriyor, muhalefet de çözüm odaklı tam destek veriyor. Bunun bir örneğini de PKK’nın Elazığ ve Bitlis’teki kalleş saldırıları sonrasında yaşadık. CHP lideri anında hükümete “Terörü bitirmek için muhalefetten ne istiyorsanız vermeye hazırız” diye seslendi. Benzer açıklama MHP liderinden de geldi.
Dahası, bölgeye Başbakan ile birlikte CHP’den temsilciler de gitti. Yine Meclis Genel Kurulu’nda dört partinin ortak önergesiyle hükümetin Hakkari ile Şırnak’ın il statüsünden çıkarılma kararından vazgeçmesi ve bunu muhalefet milletvekillerinin alkışlaması da hiç alışık olmadığımız görüntülerdendi...
Bunlar darbe girişimi, FETÖ temizliği ve yeniden alevlenen PKK terörü nedeniyle çok sıcak bir yaz geçiren ülkemizde az olsa yüreğimizi serinleten ve yeni
ABD Fethulah Gülen’i iade edecek mi etmeyecek mi? Eder diyenlere göre; ABD insanları kullanır ve daha büyük bir menfaat karşılığı da anında satar. Dahası, ABD Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını istemez. Etmeyecek diyenler ise CIA’nın kullandığı birinin teslim edilme kararı çok kolay alınamaz görüşünde. Bu arada bir de “Eder ama sağ etmez” diyenler var. Yani FETÖ’nün darbe girişimi gibi, liderinin Türkiye’ye iade konusu da karanlık noktalarla ve deştikçe de yeni sorularla dolu...
Dün bu durumu Türkiye adına geçmişte ABD’de kritik yerlerde bulunan üst düzey bir görevliyle konuştum ve ilginç yanıtlar aldım. Örneğin ilk saptaması şuydu ve o da bir soruydu:
“Bugün CIA Fethullah Gülen’i maddi ve manevi olarak desteklemekte ve dünyada 160 Ülkede, 2000’den fazla okulda, İngilizce öğretmeni kisvesiyle yüzlerce CIA ajanı görev yapabilmektedir. Yani CIA ve dolayısıyla ABD, Fethullah Gülen okulları vasıtasıyla ve öncelikle tüm İslam ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede yasal casuslar/ajanlar bulundurmaktadır. Durumu bu şekilde kullanan ABD, Fethullah Gülen’i geri verir mi, verebilir mi?”
Doğal olarak yanıt da ondan geldi ve “Asla” oldu. Sonrasında ise “Verse bile sağ teslim etmez” diyerek