TSK’daki FETÖ temizliğinde bugüne kadar 5 bine yakın asker ordudan atıldı, yüzlercesi de tutuklandı. On binlerce subay- astsubay hakkında ise geriye dönük inceleme ve araştırma yapılıyor. Bu kapsamda ordudaki bütün sınavlar, terfiler, ödüller ve kurslar da mercek altına alınmış durumda. Yani herkesin bilip konuştuğu ama darbe girişiminden sonra ete kemiğe bürünen TSK’daki FETÖ’cülerin ayıklanmasına dönük “seferberlik durumu” var. Dolayısıyla, TSK’da tedirginlik had safhada çünkü kurunun yanında yaşın yanma olasılığı da söz konusu. Bu durumda da akla gelen soru şu:
Genelkurmay başkanlarının dahi “Kendilerini iyi saklamışlar” deyip hiçbir sorumluluk üstlenmediği, dahası kripto FETÖ’cülerin varlığının konuşulduğu orduda nokta atışı nasıl yapılıyor?
Buna dün konuştuğum üst düzey bir askeri yetkilinin verdiği yanıt şöyleydi:
“MİT, geriye dönük olarak bugüne kadar bu cemaatle ilişkisi olduğu söylenen herkesle ilgili çalışma yapıyor. Bunun yanında bir de Fethullah Gülen cemaatinin hazırladığı listeler var. Bu listelerde Silahlı Kuvvetler’deki herkesi “Cemaate tam ters olanlar, sempati duyanlar, nötr olanlar, bazı hassasiyetlerde bizim yanımızda durabilecek ya da önderlik-abilik
Siyasette MHP’nin yeşil ışık yakmasıyla ısıtılan “başkanlık sistemi” tartışmaları sürüyor. Buna MHP’nin tavrının ne olacağına dönük “papatya falı” da denilebilir. Çünkü kurmaylar “Meclis’te evet, sandıkta hayır”; Bahçeli ise “Meclis’te de meydanda da aynı tavır” diyor. Bu “hayır” olabilir mi sorusunun yanıtı da flu...
Tabii bunlar ‘Referandum olacak mı olmayacak mı?’ odaklı tartışmalar. Peki ya olursa? Yani TBMM’de oylama yapılıp kararlar alınmış ve varsayalım önümüzdeki pazar günü de sandığa gidilecek olsaydı sandıktan nasıl bir sonuç çıkardı? Dün bu soruyu son seçimlerde en doğru tahmini yapan kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’e yönelttim. Verdiği yanıt şuydu:
“Her iki kişiden biri diyor ki; ben başkanlık sistemiyle ilgili hiçbir bilgi sahibi değilim. Yani toplumda yüzde 50’ye yakın başkanlık sistemiyle ilgili bilgi sahibi olmayanlar var. ‘Başkanlığı destekler misiniz?’ sorusuna bakıldığında da yüzde 15-20 gibi ‘önce içeriğini bekleyelim görelim; nedir, ne değildir, hiç bilmiyorum, ona göre karar vereceğim’ diyenlerin yanı sıra, bilmediği halde parti aidiyetiyle ‘Evet ya da hayır diyeceğim’ diyenler var. Şimdi bunlara baktığınızda bana göre bu hafta sonu başkanlıkla ilgili bir
Türkiye Cerablus harekâtıyla oyunu bozdu, Suriye’deki dengeleri değiştirdi. Ancak bu harekâtın Fırat Kalkanı’na dönüşmesi için derinliğin 40-45 kilometre olması, yani Fırat’ın batısındaki El Bab ve Menbic’in de kontrol altına alınması şart. Yoksa dünyaya ilan edilen “Fırat’ın batısında kimseyi istemiyorum” mesajı lafta kalır. Çünkü söylemde müttefik ve destek verir görünen ABD’nin, Kürt koridoru sevdasından vazgeçmeyeceği çok net. Dolayısıyla ABD Savunma Bakanı’nın PYD/YPG’nin Menbic’de kalmayacağına yönelik son teminatının da pek anlamı yok. Açıkçası Türkiye adımlarını dikkatli atmak zorunda. Bu noktada da emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un önerisi şu:
“Musul’da fren basıp Cerablus harekâtını bir an önce tamamlamak gerekir. İkisi birden olursa güçlerinizi dağıtmış ve yakın tehlikeyi bir kenara bırakmış olursunuz. Türkiye’nin çıkarları açısından baktığımızda öncelikli hedef Fırat’ın batısını tamamen IŞİD ve YPG’den temizlemek, El Bab ve Menbiç’in güneyinde Rusya ve Suriye kuvvetleriyle el sıkışmak olmalı. Bu aradaki bölgede güven sağlayıp düzen kurduktan sonra da yurt içinden olabildiğince mülteciyi oraya aktarmak, uygun ortamda da oradan çıkmak gerekir.”
Peki ya Rakka operasyonu?
Fırat Kalkanı operasyonu başladığında konuştuğum eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin şöyle demişti (25 Ağustos 2016):
“Türkiye açısından öncelik neydi? Kendi ülkesinin halkının güvenliğinin sağlanması ve PYD’nin ABD ile beraber tesis etmeye çalıştığı Kürt koridorunun önlenmesi. Bu harekâtla Türkiye kuzeydeki koridoru önleyecek, güneydekini de tehdit edecek bir pozisyona geliyor. O nedenle, şimdi değil ama güney koridorunun tamamlanması gibi bir gelişme olursa Türkiye ile ABD arasında bir çıkar çatışması çıkabilir.”
Şimdi o günlerdeyiz... Türkiye’nin uyarılarına rağmen PYD\YPGFırat’ın batısındaki El Bab’ı alarak Menbic ile Afrin arasında güney koridorunu tamamlamaya niyetlendi. Ya da görünür politikası bölgeyi IŞİD’den temizlemek olan ABD, gerçek amacının Ortadoğu’daki gücü İsrail’in yanı sıra kendisine göbekten bağlı bir Kürt yapısını kalıcı hale getirmek olduğunu bir kez daha açık etti. O nedenle de Türkiye gereğini yaptı ve ABD’nin Suriye’deki kara gücü havasındaki PYD\YPG’yivurdu, vuruyor. Yani Türkiye bu konudaki kararlılığını gösteriyor. Buna ABD’den şu ana kadar gelen tepkiler “Bölgede kordine edilmemiş operasyonlardan kaçınılmalı”
Musul operas- yonu nedeniyle Türkiye yeni bir göç dalgası tehdidiyle karşı karşıya. Bir anda on binlerce insan Habur kapısına yüklenebilir. Bu konuda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de uyarısı oldu. Dolayısıyla, böyle bir olasılık yüksek çünkü ilk günleri planlanandan hızlı gittiği söylenen operasyonun aşamaları ve stratejisine dönük fluluklardan kaynaklanan endişeler söz konusu. Bunların başında da mezhep savaşı fitilinin ateşlenebileceği var. Yani atılacak yanlış bir adım Musul ve Telafer’deki çoğunluğu Sünni olan nüfusun (2 milyon olduğu tahmin ediliyor) hareketini tetikleyebilir. Nitekim dün konuştuğum Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’ın endişesi de bu yöndeydi. “Özellikle aynı anda karadan piyade ve topçu havadan da hava birliklerinin yapacağı bir süpürme hareketi üzerine bu bölgedeki insanlar normal olarak canını kurtarmak için kaçacaklardır” diyen Kınık’ın buna dönük öngörüleri de şöyleydi:
“Güneye kaçamazlar çünkü Şii bölgesi. Orada da bir çatışma olabilir diye endişeleniyorlar. Suriye’de de bugün yaşadıklarını belki bir zaman sonra Rakka’da da yaşayacaklar, dolayısıyla oraya da gidemezler.
Gidebilecekleri Kuzey Irak Kürt bölgesi de
ABD’nin “Kürtlerle Dansı”ndan beklentisi açık... Ortadoğu’daki gücü İsrail’in yanı sıra kendisine göbekten bağlı bir Kürt yapısını kalıcı hale getirmek. Irak’ta bunu başardı ve Kürtleri federal bir yapıya dönüştürdü. Şimdi de yazılımı yıllar öncesine uzanan bu oyunun ikinci perdesini Suriye’de sahneliyor. Üstelik de bildik klasik yöntemi perde arkasından değil alenen. Yani açık açık PYD/YPG’nin arkasında duruyor. Hem de ‘ezeli ve ebedi müttefikim’ dediği Türkiye’nin tepkisine rağmen... Dolayısıyla da akla gelen soru şu:
“ABD, Kürt devleti mi kurmak istiyor?”
Dün konuştuğum MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in bu soruya yanıtı şuydu:
“Böyle bir şey kolay değil. Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulması bugün için imkânsızdır. Özellikle ABD-Rusya çatışması içerisinde İran, Irak ve Suriye’nin varlığı böyle bir Kürdistan devletinin kurulmasını imkânsız kılıyor. Ancak bu sorunlar özellikle Türkiye açısından ele alındığında Kürt sorunu çözümünde gecikmeler olduğu, çözüm iradesi yeterince güçlü bir şekilde ortaya konamadığı için tabii ki bölgedeki gelişmeler karşısında Türkiye’nin risk algılaması yükseliyor. Bütün mesele bu.”
Öneş’in Kürt devletinin neden imkânsız olduğuna
FETÖ’yle bağlantılı ihraçlar sonucu pilot sayısı kritik eşiğe düşen Hava Kuvvetleri bu açığı kapatmak amacıyla dış kaynaktan yeni pilot almanın yanı sıra bir vesileyle TSK’dan ayrılanlara dönüş yolunu açtı. Bu gerçekten çok önemli çünkü dün konuştuğum Hava Kuvvetleri uçuş okullarında uzun yıllar komutanlık ve öğretmenlik yapan emekli bir general, sadece pilot eğitiminin son aşaması olan, tekamül (pilotun pilot olmasına karar verilen süreç) uçuşlarında basit gerekçelerle yüzlerce adayın elendiğini söyledi. Örneğin 80-90 sortilik uçuşu kapsayan dönemde 3-5 sortilik uçuşu kaldığı halde jet pilotu statüsünü kazanamayan ya da kazandırılmayanlar dahi varmış...
Şimdi bunlara da dönmeleri için son 10 yılı kapsayan bir çağrı yapıldığını anlatan general, “Bunlar önemli gelişmeler ama sonunu çözmeye yetmez, aynı çağrının astsubaylara da yapılması gerekir” dedi. Niyesini de şu gerekçeye dayandırdı:
“Uçakların uçurulmasında pilotlar çok önemli ama bir de onu uçuşa hazırlayan teknisyen astsubaylar var. FETÖ son yıllarda pilotlar gibi üslerdeki deneyimli birçok astsubayın da ordudan atılmalarını sağladı ya da erken yaşta emekli olmaya zorladı. Sonrasında da bu kritik görevlere kendi adamlarını
FETÖ’nün Türkiye’den sonra en güçlü olduğu yerlerden biri Azerbaycan. Orada da cemaatin bütün okulları, üniversiteleri kapandı, mensupları ya Türkiye’ye gönderildi ya da bir kısmı cezaevine atıldı. Dolayısıyla da akla gelen ilk soru şu:
Azerbaycan nasıl aldatıldı ya da kandırıldı?..
Buna yanıt ararken 1990’lı yılların başlarını, yani Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi ve darbelerle geçen çalkantılı günlerini anımsadım. Zira o günlerde biz de bir gazeteci olarak soluğu sık sık Azerbaycan’da alırdık ve İstanbul-Bakü arasındaki her yolculuğumuzda uçakta öğretmen ya da din görevlisi olduğunu söyleyen 20’li yaşlarda gençler olurdu...
Yani daha okul mokul yokken, cemaat mensupları oraya akardı ve de FETÖ’nün Azerbaycan operasyonu sanki SSCB dağılmadan önce planlanmış gibiydi. Nitekim dün bu konuyu konuştuğum o dönemde Azerbaycan ve sonrasında ABD’de görev yapan eski bir üst düzey yetkilinin şu sözleri de bunu doğrular nitelikteydi:
“Soğuk Savaş dönemi biterken Sovyetler Birliği’ne girmişlerdi. Bakü’deki Türkiye sefareti açılmadan önce de oradaydılar. Bunlar kolay işler değil. Bu adamlar buralara herhalde tek başına gelmediler.”
Peki ya sonra? Üst düzey yetkiliden bu soruya gelen yanıt da