TBMM Başkan-lığı’nı kimin kazanacağı kadar, kaçıncı turda seçileceği de önemli. Çünkü her aday ve her tur için bir sonraki adım olan koalisyon seçeneklerine dönük farklı ipuçları söz konusu... Günlerdir dillendirilen bu olasılıkları da bilmeyen kalmadı. O nedenle parti liderlerinin “ikisi birbirinden bağımsız, uzaktan yakından alakası yok” demesi hiç inandırıcı değil. Dahası sokaktaki insanda böyle olması gerektiği yolunda bir beklenti de yok... İstenen tek şey sandıktan çıkan irade doğrultusunda uzlaşılması ve ülke menfaatlerine dönük adımların atılması...Ancak şu ana kadar görülen ya da yürütülen “arka kapı diplomasisinden’ yansıyanlar ülkeden çok partilerin, siyasilerin kendi geleceklerine dönük hesaplar yapıldığı yolunda... Yani bir yanda ülkenin acil çözüm bekleyen sorunları öte yanda partilerin kırmızı çizgileri... Şimdi buna bir de daha önce 36’dan 25’e indirilen bakanlık sayısının yeniden artırılması, yani koltuk, bakanlık paylaşımı tartışmaları ekleniyor...Elbetteki ortaklık kurulurken, hangi partinin kaç tane ve hangi bakanlığı alacağına dönük pazarlıklar doğal ama; yeni makam yaratarak partileri tatmin etmek adına bakanlık sayılarını artırmayı konuşmak
Cumhuriyet tarihinin en genç, en renkli, parlamentosu yemin edip görevine başladı sırada TBMM Başkanlığı seçimi var. Sonrasında da koalisyon turları başlayacak. Bu döneme parlamentonun “uzlaşma sınavı” da denilebilir. Çünkü sandığın iradesi ya da ortadaki Meclis aritmetiği tek başına iktidar çıkarmadığı gibi tek bir partinin oylarıyla Meclis başkanı seçme olanağı da yok...Yani artık “kutuplaşma” değil “diyalog” zamanı ama ortalık “kırmızı çizgilerden” geçilmiyor. Bu durumda da doğal olarak kırmızı çizgilerde ton ayarlaması olup olmayacağı ve 90’lı yıllardaki SHP - DYP koalisyonunun uyumu ya da başkanlık seçimlerinde tüm partilerin ismi üzerinde uzlaştığı “Hikmet Çetin” modelinden örnekler veriliyor. Açıkçası yıllar önce olduğu gibi bugün de hem koalisyon hem de başkanlık seçimi konusunda pek çok seçenek söz konusu. Nitekim dün bunun işaret fişekleri geldi ve Deniz Baykal CHP’nin, Ekmeleddin İhsanoğlu’da MHP’nin Meclis başkan adayı oldu. Bundan sonrası önümüzdeki hafta başlayacak, başkanlık seçim turlarına bağlı. Beklenti 367 oy gerektiren ilk iki turda her partinin kendi adayını desteklemesi ama sürpriz olup da Baykal seçilirse AKP-CHP koalisyonu büyük olasılıkla tamam demektir.
Sokaktaki insanın sandıkta iradesini göstermesinden bu yana geçen iki haftada siyasetteki görüntü tam bir “peşrev” havasında...Hani yağlı güreş öncesinde pehlivanların er meydanında ritmik ve heybetli hareketlerle kendilerini güreşe hazırlamak için yaptıkları ısınma hareketleri var ya aynen öyle. Çünkü liderler de attığı her adım, sarfettiği her sözle tıpkı çayırdaki pehlivanlar gibi birbirlerinin sırtlarını sıvazlayıp kucaklayarak ya da el ense çekerek kuvvet yoklaması yapıyorlar. Bu durumda da “başa güreşecek” siyasilere dönük olasılıklar tartışılıyor... Ya da liderlerin her yeni hareketiyle öngörüler değişiyor. İlk günlerde 292’yi bulan CHP, MHP, HDP, yani muhalefet bloğu popülerdi. Ancak 3 partinin hukuk, adalet, yargının yeniden düzenlenmesi, seçim barajı, taşeron işçiler ve emeklilere dönük ortak görüşleri olmasına rağmen MHP’nin “HDP’yle asla ve kat’a olmaz” kestirmesiyle olanaksız gibi görünüyor. Şimdi öne çıkanlar ise AKP - CHP ya da AKP - MHP olasılıkları...Bu seçeneklerle ilgili ibreler de pazarlık içeriklerine ilişkin dengeler nedeniyle her an değişiyor. Tabii bu arada yarın TBMM’deki yemin töreni ve yasal sürelerin ardından Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak
Demirel ile anısı olmayan gazeteci pek yoktur. Bizde 12 Eylül öncesinde Ankara’da muhalefet ve iktidarda olduğu günlerden başlayarak kendisini izledik. Darbe sonrası esaret günleri nedeniyle gelen “aradan” sonra yasaklı dönemindeki demokrasi mücadelesine ya da kendi deyimiyle Zincirbozan dönüşüyle birlikte “Yeni başladığı koşuya” tanık olduk. 1990’lı yıllarda da zirveye çıkışını ve geç de olsa eski günlerdeki gerginlikleri, kırgınlıkları terk edip herkesi kucakladığını hissettik... Dün bunları düşünürken de Demirel’in şu sözünü anımsadık:
“Barışmasını bilmiyorsan, kavga etmeyeceksin...’
Yani, insanlar, yakın dostlar ve hatta siyasiler zaman zaman kavga edebilirler... Bu insanların yapısından kaynaklanan doğal bir durum. Doğal olmayan, barışmayı bilmemek...
Keşke, bugünkü siyasiler de bunu “geç olmadan” fark edebilse...
Tehlikenin farkında mıyız?
Ankara, koalisyon kulislerinin yanı sıra Suriye’den olası yeni göç dalgasına odaklanmış durumda. Nasıl olmasın ki ki; dört yıl önce ilk göç dalgası başladığında “Kırmızı çizgimiz 100 bin” demiştik, bugün Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyon civarında... BM’nin öngörüsüne göre, yıl sonuna kadar da 2.5 milyonu
Büyük koalisyonun tartışıldığı bugünlerde; bu seçeneğin anavatanı, yani yıllardır karşıt görüşlü idelojiye sahip iki büyük partinin ortaklığıyla yönetilen Almanya’daydık. Aslında geliş nedenimiz Türkiye’den sadece Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın davetli olduğu Almanya Belediyeler Birliği’nin toplantısını (9-10 Haziran) izlemekti ama, 7 Haziran’da sandıktan çıkan sonuçla gündeme gelen “büyük koalisyon” seçeneği ve “Almanya örneği” bu geziyi daha da anlamlandırdı. Çünkü bugün ülkemizde karşıt görüşlü iki büyük parti ortaklığı olabilir mi? tartışması sürerken olabildiğini, kavgasız, birbirini aşağılamadan, hatta gülerek, eğlenerek siyaset yapılabildiğini de gözlemledik. Dahası, Alman politikacıların, yıllar önce ülkelerine işçi olarak gelen Hasan Kılıç’ın oğlu Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ı dakikalarca ayakta alkışladıklarına tanık olduk. Ülkemiz adına gururlandık...
Ude’den stand up
Dresden’deki etkinliğin ilk gecesinde Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) yemeğine katıldık. O nedenle öncelikle Almanya’daki 1500’e yakın belediyeden yaklaşık 250’sini yöneten SPD’lilerin katıldığı bu yemekten söz etmekte yarar var. Özellikle de siyasilerin mütevazılığı ve davranışları
Bu seçimin en başarılı partisi tartışmasız HDP. Oy patlamasıyla sadece barajı yıkmakla kalmadı, parlamentoda MHP’yle birlikte 3. parti konumuna da geldi. Hatta İstanbul’da MHP’yi sollayarak tek başına üçüncülük koltuğuna oturdu. Dahası demografik yapısıyla Türkiye geneli için laboratuvar konumundaki megapolün 39 ilçesinden de yüksek oy çıkardı. Açıkçası, başta eşbaşkan Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan olmak üzere tüm HDP’liler çok büyük bir iş başardı... Ancak bugün o başarıdan çok, otoriterleşmenin önünü kesmek ya da demokrasinin kazanması adına bazı siyasi partilerin yaptığı fedakârlıklardan söz ediliyor. Yani son dakikaya kadar süren aştı aşıyor tartışmalarıyla CHP’den çok sayıda “emanet oyun” HDP’ye aktığı konuşuluyor...
Elbetteki bu endişelerle HDP’ye yönelen oylar olmuştur ama HDP’deki bu yükselişten böbürlenerek kendi başarısızlığına kılıf uydurmanın da anlamı yok. Çünkü bu sonuç, yani HDP’nin 13’lere çıkacağı aylar öncesinden sinyal veren bir durumdu. Nitekim bizde 16 Mart 2015 tarihli yazımızda bu konuya değinmiş, kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’ün şu saptamalarını aktarmıştık:
“Garip olan 13 yıllık, yıpranan bir iktidar var. İnsanlar yaşamından, geçim
Her 5 seçmenden birinin bulunduğu İstanbul’da Ak Parti yine birinci oldu. Ancak bu kez oylarını artırarak ve açık ara önde gelerek değil, aksine yüzde 9’luk bir oy kaybı ya da yaklaşık 600 bin oy eksiğiyle... Çünkü HDP burada “barajı” yıkarak ezberi bozdu, daha doğrusu patlama yaptı ve İstanbul’da 3. parti konumuna geldi. Ülke genelinde olduğu gibi İstanbul’da da oyunu artıran MHP ise dördüncü sıraya indi. Farklı söylemiyle seçim öncesinde çok konuşulan, konuşturan CHP ise ikinci parti olmasına rağmen 2011’deki günlerini arar hale geldi...
Ak Parti’deki kan kaybı
2007 genel seçimlerinde İstanbul’da oyların yüzde 45.26’sını alan Ak Parti 2011 genel seçimlerinde aldığı oy oranını yüzde 49’lara yükseltmişti. CHP de 2007 aldığı yüzde 26.96’lık oy oranını yüzde 31’e çıkarmıştı. Yine bağımsızların aldığı oy oranında az da olsa artış görülmüştü. Bu iki seçim kıyaslandığında oy oranı düşen (yüzde 10.44’de 9.39’a)tek parti ise MHP olmuştu.
HDP’nin parti olarak katıldığı son 2 seçimde de (2014 yerel ve Cumhurbaşkanlığı) HDP’nin varlığını artırarak hissettirmesinin dışında dengeler pek değişmemişti...
O nedenle dün sandıktan çıkan sonuca bakıldığında İstanbul’un geneli
Hararetli, oldukça sataşmalı ve yasak ihlalleri açısından çok tartışmalı bir kampanya sürecinin sonlarına geldik. Artık sandık, yani demokrasinin gereği ve vatandaşlık görevi olan oy kullanma zamanı. Daha doğrusu ülkenin geleceğine dönük kader anı... O nedenle bu seçim döneminde liderlerin birleştiği tek nokta olan “Herkes oyunu kullansın” vurgusu çok önemli... Hem halkın iradesinin tam yansıması hem de sandıktan çıkacak dengeler açısından. Çünkü seçime saatler kaldı ama kimsenin 8 Haziran’a dönük net bir öngörüsü yok, olacak gibi de görünmüyor. Zira yarım veya bir puanlık farklarla (artı- eksi) tek başına iktidar ya da koalisyon olasılıkları söz konusu. Dahası sonuca göre; kaos ya da istikrar iddiaları, korkutmaları nedeniyle kafalar hepten karışmış durumda. İşte bu yüzden de tek bir oy bile çok kıymetli...Nitekim liderler de bunun farkında ve son ana kadar ikna turlarını sürdürmekte kararlı... Peki bu saatten sonra ya da son dakikada seçmen davranışlarında değişiklik olur mu? Soruya yanıt kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’den geliyor:
“Seçimde HDP’nin barajı geçme, AKP’nin dört partili Meclis durumunda bile tek başına iktidar olma iddiaları nedeniyle yarım puan, bir puan çok