Türkiye teyakkuzda...Sınırda asker, içerde polis sıcak çatışma ve olası terör saldırılarına karşı tetikte beklerken, sokakta güvenlik konusunda korku atmosferi hakim. Açıkçası çok riskli ve endişeli bir süreç içindeyiz. Buna karşın siyaset arenasında ise seçimden bu yana 50 gün geçmesine rağmen uzlaşma ya da koalisyon hükümetine dönük umut verici bir gelişme yok. Evet, AKP ile CHP kurmayları arasında istikşafi görüşmeler yapılıyor, liderler “ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” diyor ama bunların da “tiyatro” olduğu ve partilerin Kasım’daki yeni bir seçime odaklandığı daha ön plana çıkmış durumda. Hatta Cumhurbaşkanı’nın yetkisiyle seçimin yenilenmesi yerine Meclis kararıyla erken seçime gidilmesinin getirileri üzerine hesaplar yapılıyor. Yani menfaatler sıralamasında ülke değil partisel çıkarlar öncelik almış durumda. Ancak bu noktada da hem seçim kararı alma hem de aday listelerinin belirlenmesinde partiler açısından oldukça sıkıntılı bir süreç yaşanma olasılığı çok yüksek. Şöyle ki; Meclis’te ilk defa seçilen 200’ün üzerinde milletvekili var. Doğal olarak da bunlar bir erken seçime gidildiğinde Meclis’e dönememe olasılığını gözönünde bulunduruyorlar. Çünkü aday listelerinin nasıl ve
Suruç’taki katliamın ardından yine “istihbarat zafiyeti” denildi. Tıpkı Reyhanlı, Diyarbakır ya da İstanbul Güngören’de yaşananlar sonrasında olduğu gibi... Doğru, terör eylemlerine karşı en güçlü silah istihbarat. Yani örgütü, teröristi harekete geçmeden duyum almak ve çökertmek. Geçmişte bunun başarılı örneklerine tanık olduk. Ancak son dönemde görüyoruz ki “endişeyle beklenen eylemlere” bile müdahalede ciddi sorun var. O nedenle MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Suruç katliamını sadece istihbarat değil bir “zafiyet zinciri” olarak tanımlıyor. Nedenlerini de şöyle sıralıyor:
“Bu olay topyekûn siyasi bir meseledir. Dış politika özellikle Suriye politikasındaki zafiyetler giderilirken buna paralel güvenlik tedbirlerinin nasıl olması gerektiği üzerinde durulmalı. Yoksa bu yapı içinde zafiyetin hiç olmayacağı bir istihbarat ve güvenlik tedbirini düşünmek mümkün değil.”
Öneş’in dedikleri çok açık ve net... Çünkü son haftalarda sınır güvenliğine dönük artan önlemler ile IŞİD’e yönelik operasyonlar nedeniyle Türkiye açık hedef halindeydi... Yani katliam göstere göstere geldi. Verilmek istenen mesajlar konusunda Öneş şöyle diyor:
“IŞİD, eskiden olduğu gibi kısmen serbest geçiş
Koalisyon görüşmelerinde “bayram molası” bitti, ikinci yarı başlıyor. Artık ilk yarıdaki “yoklama” taktiğiyle top dolaştırma yerine “istikşafi görüşme” yani birbirini anlamaya ve keşfetmeye dayalı detaya inme ve de toplu hücum ve toplu savunmaya dayalı atak, hareketli bir ikinci devre söz konusu... Aslında bu döneme siyasilerin “samimiyet sınavı” da denilebilir. Çünkü ilk tur görüşmelerinde her lider ısrarla ülkeyi hükümetsiz bırakmamak adına fedakarlık edebiyatı yaptı ve olası bir erken seçime sıcak bakmadığını söyledi ama sokaktaki hava tam tersi. Yani vatandaş ülke değil, partisel geleceklerin ön planda tutularak erken seçim hesapları yapıldığı inancında. Nitekim bu hissiyatı siyasilerin sitemkar, bol tartışmalı bayram ziyaretlerinde de fazlasıyla aldık. O nedenle ikinci yarı öncesinde koalisyon barometresinin ibresi iki seçenek arasında oynuyor:
Ya AKP - CHP hükümeti ya da erken seçim...
Dün CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin’e bu olasılıklarla ilgili düşüncelerini sorduk. İşte yanıtları:
Bütün siyasi partilerin önceliği Türkiye’nin geleceği olmalı yoksa her siyasi parti kendi önceliğini düşünmeye kalkışırsa telafisi mümkün olmayan bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Biz bu
Nihayet başlayan koalisyon görüşmelerine yönelik ilk turun özeti:
AKP-CHP olacak gibi ama MHP’yle de ipler tamamen kopmuş değil. Ya da o kapı şimdilik kapalı... Açıkçası 7 hazirandan bu yanaki siyaset gel-gitlerinde değişiklik yok... Tek fark, liderlerin bunu birbirlerinin yüzlerine söylemeleri ve ülke sorunları için konuşabilir, anlaşabilir bir hava vermeleri...O nedenle siyasetin tepesindeki görüntü kadar bayram sonrası olacak ya da olması beklenen görüşmelere dönük takvim de flu... Dahası bu durumu “Aheste davranan liderler olası bir erken seçim hazırlığında” diye yorumlayanlar bile var...
Buna karşın Meclis’in çiçeği burnunda vekilleri sözlü ya da yazılı soru önergesi bombardımanına çoktan başladı...Ve yemin töreninin üzerinden bir ay bile geçmeden aralarında milletvekili oda sayısının yetersizliği ve bahçe lokantasının kapatılmasının da bulunduğu soru önergelerinin sayısı 116’yı buldu. Bu arada Gezi Parkı olayları, trafik kazalarının nedenleri, mevsimlik tarım işçilerinin ulaşım, barınma sorunları ile LGBTİ bireylerin maruz kaldığı ayrımcılık, şiddet ve ötekileştirilmesine dönük dört tane Meclis Araştırma Önergesi de verildi... Bunlar parlamentonun denetim işlevi açısından
Koalisyon turları nihayet başlıyor, sokaktaki insan “yeter artık bir an önce sandıktan çıkan iradenin gereğini yapın” beklentisinde buna karşın siyasiler ise “olmazsa yine seçime gideriz” havasında... Elbetteki çözümsüzlük durumunda millete başvurmak demokrasinin gereği ama bir iki puanlık oynamalar umuduyla, yani partisel çıkarlar uğruna sandığı zorlamak doğru değil. Hele de “ülke menfaatleri bunu gerektiriyor” edebiyatıyla...Zira 7 hazirandan bu yana siyasilerin tavrı ve sözleri tamamen aksi yönde. Dahası olası bir erken seçimin maliyeti ya da faturasının halka yüklenmesini düşündüğünüzde böyle bir menfaatten söz etmenin anlamı yok. Çünkü her seçimin yurt içi ya da yurt dışı harçamalar nedeniyle YSK, yani ülke bütçesine getirdiği ekstra bir yük var... Ve bu rakamlar da oldukça yüksek... Örneğin, YSK’nın CHP’li üyesi Av. Mehmet Hadimi Yakupoğlu’nun verdiği bilgiye göre; 2014’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde sadece Berlin’deki 140 bin seçmen için 51 sandığın kurulduğu Berlin Olimpiyat Stadyumu’na ödenen kira bedeli 7 milyon lira...7 hazirandaki son seçimde YSK’nın kasasından çıkan para ise 153’ü yurt içi, 15’ yurt dışı olmak üzere olmak üzere 170 milyon lira civarında...Tabi bu
İki böbreği de iflas ettiği için organ nakli bekleyen Ahu Göçtürk, kalp krizi sonucu ölen akrabası Prof. Dr. Naci Balkan’ın böbreğini alamadı. Balkan ailesi bağış onayı vermişti, hastane hazırdı ama Ankara’dan ‘4. derece akraba değilsiniz olmaz’ yanıtı geldi…
Haftanın üç günü diyaliz makinesine bağlanarak yaşamı sürdüren, kronik böbrek hastası 24 bin kişi gibi nakil umudu taşıyan 33 yaşındaki öğretmen Ahu Göçtürk’e beklediği telefon Çınarcık’ta yazlıktayken geldi. Arayan annesiydi “Sana bir üzücü, bir de sevindirici haberim var” dedi ve sonrasını iki cümleyle özetledi:
“Naci ağabeyini kaybettik, eşi de bir böbreğinin sana verilmesini istedi. Hemen İstanbul’a dön.”
Yıllardır ağabey diye hitap ettiği, anne tarafından akrabası Prof. Dr. Naci Balkan’ın ölüm haberini duyunca üzülsün mü, sevinsin mi bilemeyen Ahu öğretmen soluğu deniz otobüsünde aldı. Yol boyunca da Naci ağabeyini düşündü ve onun böbreğiyle yeni yaşamına dönük hayaller kurdu ama bunlar gerçek olamadı. Çünkü, Sağlık Bakanlığı Organ Nakli Koordinasyon Merkezi “akrabalık bağının yakın olmadığı” gerekçesiyle bu bağışı onaylamadı. Dahası ailelerin iddiasına göre merkezin kararı üzerine fişi çekmeye
Seçimin üzerinden bir ay geçmesine rağmen günün moda deyimiyle siyasetteki görüntü hala flu...Dahası vatandaşın ortaya koyduğu “uzlaşın” iradesi siyasiler tarafından bir zamanlar ekranların gözde yarışma programı “Var mısın, Yok musun”a dönüşmüş durumda... Hani, kura ile günün yarışmacısı belirlendikten sonra kazanmak için açtırılan her üç kutuda bir bankacı Hamdi Bey’le pazarlık yapılan ve yarışmacı “yokum” dedikçe son iki kutuya kadar uzandığında kimi zaman hüsran kimi zamanda sevinçle biten yarışma var ya ona...
İşte son bir aydır siyasetteki görüntü de aynen böyle... Ve sonucun da yarışmadaki gibi ne olacağı meçhul... Çünkü 7 hazirandan bugüne kadarki koalisyon arayışına dönük ısınma turlarında ya da partilererarası sürdürülen arka kapı diplomasisinde olası formüllere dönük herkes “yokum” dedi...
Şimdilerde ise “hakiki” olarak AKP’yle CHP ya da MHP’nin ortaklığı tartışılıyor ama partilerin kırmızı çizgileri nedeniyle yine “yokum” diyecekleri ve pazarlığın içinde “seçim” bulunan son kutuyu açtırana dek sürebileceği izlenimi ağırlıkta. Bu konudaki somut gelişmeler Cumhurbaşkanı’nın görevlendirmesinden sonra başlayacak ve Davutoğlu’nun CHP ya da MHP’yi ortaklığa ikna etmek için
Meclis başka-nını seçti, sıra koalisyon turlarında. Ancak bu sürecin dört turda bitmek zorunda olan başkanlık seçimi gibi gerçekleşme garantisi yok. Daha doğrusu sandığın iradesi bu yönde olmasına rağmen parlamentodan mutlaka bir hükümet çıkacak diye bir durum söz konusu değil. Aksine, Anayasa’nın 116. maddesi uyarınca görevlendirmeden itibaren 45 gün içinde yeni hükümet kurulamaması halinde Cumhurbaşkanı’nın kararıyla “erken seçim” olasılığı bile var. O nedenle siyasi barometre AKP-CHP ile AKP-MHP ortaklığıyla erken seçim arasında sürekli oynuyor. Dahası “bugün sandığa gidilse” diye olası bir seçime dönük araştırma öngörüleri bile tartışılmaya başlandı. Yani bir yanda ülke menfaatleri adı altında uzlaşı arayışı varmış gibi yapılıyor, öte yanda parti tabanlarına dönük hesaplar ön plana çıkıyor. Nitekim bunun örneklerini Meclis başkanlık seçimlerinde de yaşadık. Buna siyasetin üç çıkmazı da denilebilir. Çünkü liderler söylemleriyle her ne kadar ‘Ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” gibi sorumluluk hissi vermeye çalışsa da 7 hazirandan bugüne kadarki dönemde öne sürülen kırmızı çizgiler masadaki ortaklık seçeneklerinin oldukça zor ya da kurulsa bile uzun soluklu olamayacağını gösteriyor.