CHP, 7 Haziran seçimlerinde İstanbul adaylarının 14’ünü merkez kontenjanıyla belirleyecek. Daha doğrusu Genel Başkan Kılıçdaroğlu direkt atayacak... Bunların yerleri de her üç bölgede ilk sıralar kadınlara ait olmak üzere 1, 3, 5, 7 diye de belli... Yani ön seçime girecek aday adaylarının liste başı 2 ve 4. sıralardan başlıyor. O nedenle de hedef sandıktan çıkacak ilk 6 -7 isim arasına girmek. Bu da yüzlerce aday arasından binlerce partilinin oyunu almak demek... Yoksa Ankara bileti oldukça zor... İşte bu yüzden de daha başvuru süresi olmasına rağmen bir ay sonraki ön seçime dönük hareketlilik ve kulis çalışmaları çoktan başlamış durumda... Açıkçası CHP’deki dinamikler dıştan ziyade içe odaklanmış halde... Dolayasıyla da gözler 29 Mart’ta kurulacak sandıklardan çıkacak sonuçlarda... Bu konudaki son durumu İstanbul İl Başkanı Murat Karayalçın’la konuştuk:
29 Mart’ta kaç kişi nerede oy kullanacak?
CHP’nin İstanbul’daki üye sayısı 230 bin. Tabii 31 Aralık tarihi itibarıyla üye olanlar oy kullanacaklar. Sandıklar, ilçe seçim kurullarında kurulacak. Sayısını ve yerini onlar karara bağlayacak, biz listeleri sunacağız. Ama şöyle bir durum da var, genel olarak katılım üye sayısına
Kobani’den püskürtülen IŞİD’in yeni hedefinin Türkiye olduğuna ilişkin gelişmeler, Türkiye’nin bir saldırı durumunda bunu savaş nedeni sayacağını açıkladığı Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun kuşatma altında olduğu bilgileriyle tehlikeli bir boyut kazanmıştı.Yani IŞİD’in olası bir saldırısı durumunda savaş riski vardı. İşte bu gerekçeye dayanarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı bir operasyonla aylardır tartışma konusu olan o topraklar boşaltıldı. Ve dün sabahtan itibaren Türkiye, operasyonun detaylarıyla birlikte doğruluğu, zamanlamasını da tartışmaya
başladı. Çünkü iktidarın büyük
bir başarı olarak açıkladığı operasyona
dönük olarak muhalefetten tepkiler geldi. Örneğin CHP’li Gürsel Tekin ve MHP’li Sinan
Oğan ülke sınırları dışındaki tek Türk toprağından vazgeçildiğini belirterek, bunu bir kaçış olarak değerlendirdi...
Açıkçası herzamanki gibi sorunu sonuçları üzerinden tartışmaya başladık. Oysa ki “başarı” ya da “kaçış”tan önce neden bu noktaya geldiğimizi sorgulamamız daha
gerçekçi değil mi?...
Türkiye günlerdir Özgecan için ayakta. Herkes o canilerin bir an önce en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyor ve bekliyor.. O nedenle de iktidarın başlattığı “idam” ve “hadım” cezalarını tartışmaktan çok kadına yönelik şiddet, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında faillere uygulanan ‘haksız tahrik’ ve ‘iyi hal’ indirimini sorgulamakta yarar var. Çünkü otomatiğe bağlanan bu uygulamalar nedeniyle yargı kararları şiddeti ve cinayetleri önlemek yerine teşvik eder nitelikte sonuçlar veriyor. Bu da adalete olan güveni sarsıyor, kamu vicdanını yaralıyor... Bu durumun adaletin kanayan yarası olduğuna dikkat çeken İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal şöyle diyor:
“Aslında her ikisi de bütün hukuk sistemlerinde var olan doğru bir düzenleme ama doğru uygulandığı sürece. Örneğin bir kimsenin giyimi kuşamı davranış biçimi hiçbir zaman haksız tahrik olarak kabul edilemez. Ya da nitelikli cinsel saldırıya karşı kendini korumak meşru müdafaa olduğu için o sırada karşısındakinin yüzünü tırmalamak, zarar vermek de tahrik kabul edilemez. Bu çok net, tartışılması bile anlamsız...
Aynı durum, iyi hal indirimi için de geçerli. Yani
o konuda da nerede ve nasıl uygulanacağı ilgili maddede
Sultan 2. Abdül-hamid’in torunlarının başlattığı miras (*) davasında “Hanedan soyundanım” diyerek hak talep edenlerin yanı sıra Sivas’ta yaşayan yüze yakın halktan kişi de var. Ve Sultan Abdülhamid’in gelini Leman Selim üzerinden hak iddia eden bu kişilerin davaya müdahil olmaları da çok ilginç. Şöyle ki; Abdülhamid’in eşinin Sivas’tan saraya getirdiği Osman kızı Sultan (Leman) 16 Eylül 1918(10 Zilhicce 1336)tarihinde Şehzade Mehmet Selim ile nikahlanıyor ve hiç çocuğu olmuyor. Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte yurt dışına gönderilen saray mensupları listesinde de adı bulunan Leman Selim bir süre İtalya’da kaldıktan sonra Beyrut’a gidiyor. Buradan posta ile resmi nikah belgesini Sivas’taki kız kardeşi Zeynep Avcı’ya gönderen Leman Selim 01 Şubat 1951 tarihinde de Beyrut’ta vefat ediyor. Zeynep Avcı’nın 10 Ekim 1987 tarihinde ölümünden sonra evdeki bir sandıktan çıkan işte bu belge de Akkuş Hukuk Bürosu’nun avukatları Mehmet Erkan Akkuş ve Meral Akkuş’un aracılığıyla İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın dosyasına giriyor. Mehmet Selim’in yazdığı ve Abdülhamid’in tuğrasını da taşıyan belgede şöyle deniliyor:
“İkinci kadınımız Leman kadın, diğer adıyla
Siyasetin moda kavramı “Algı operasyonu...”
Yani zihin manipülasyonu denilen etkileşimle insanları yönlendirmek ve istenen seçimleri yapmalarını ya da yapmamalarını sağlamak...
O nedenle de seçim öncesi yine korku ve endişe salarak insanların duygularına yönelik aynı taktik gündemde...
Örneğin Başkanlık sistemi tartışmaları, HDP’nin baraj hesapları ya da çözüm sürecinin geleceği...
İktidar ya da muhalefet tarafından öyle bir hava yaratılıyor ki, 7 Haziran sonrası ya kaos ya da tam huzur...
Açıkçası, kitleleri heyecanlandıracak, umutlandıracak projelerin konuşulduğu bildiğimiz eski seçim havası yok memlekette...
Tabii bu durumda da akla gelen soru şu:
Twitter’ın Asya Direktörü Peter Greenberger, Barack Obama’nın 2012 Başkanlık seçimlerinde Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff ve kampanyanın Ulusal Saha Direktörü Jeremy Bird, Bill Clinton’un Batı Eyaletleri Kampanya Sorumlusu-Obama’nın Denver -Colorado anketörü Rick Ridder,uluslararası Ödüllü Anketör Joannie Braden İstanbul’da düzenlenen bir konferansa katılacak. Element Strateji Yönetimi ve Danışmanlık’ın kurucusu ve Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği’nin en genç yönetim kurulu üyesi Dr. Gülfem Saydan Sanver’in öncülüğünde 6 Mart’ta gerçekleşecek “Hedef Kitle” adlı etkinliğin ana başlıkları şunlar:
Seçim kampanyalarında kullanılan iletişim yöntemlerinin incelikleri, hedef kitleyi bulma; doğru mesajları üretme ve hedef kitleye doğru kanaldan ulaşma...
Yani ülke için kader seçimi diye nitelendirilen 7 hazirana dönük başarı tüyoları. Çünkü:
2012 Başkanlık Seçimlerinde Obama’nın Dijital Kampanya Direktörlüğü’nü üstlenen ve Time dergisi tarafından “Dünyayı değiştiren 30 yaşın altındaki 30 kişi” arasında gösterilen Teddy Goff, izlediği dijital strateji ile kampanya için kazandırdığı 690 milyon doların üzerinde bağış ve bir milyondan fazla kayıtlı seçmenin yanı sıra
Kış gelip yağışlar başladığında Edirne tedirgin oluyor. Özellikle de Yunanistan sınırındaki Karaağaç Mahallesi’nde yaşayanlar. Çünkü yağış biraz fazla düştüğünde, hele de Bulgaristan barajlardaki fazla suyu bıraktığında Meriç ve Tunca nehirleri taşıyor, Edirne merkeziyle bağlantıyı sağlayan köprüler sular altında kalıyor. Ve de sınırlarımız içindeki binlerce vatandaşımız “suyun öte yanındaki” mahallelerde mahsur kalıyor. Sonunda da tanklar, zırhlı araçlar devreye giriyor. Nitekim yine aynısı oldu, nehirler taştı, ekili alanlar sular altında kaldı ve Edirne sıkıntı yaşadı, yaşıyor. Tıpkı 2007 ve 2010’da olduğu gibi...
Bu satırları yaklaşık iki ay önce (11 Aralık 2014) yazmıştık. Sonra da Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’a “Bu hep böyle mi gidecek ya da bu soruna çözüm yok mu?” diye sormuştuk. Aldığımız yanıt şuydu:
“Meriç Nehri’nin yatağı her yıl gelen 1.5 milyon metreküplük kumla doluyor ve taşkın riski artıyor. Onun için tüm yatağın temizlenmesi gerekiyor. Ama bu Türkiye’nin tek başına yapabileceği bir iş değil. Çünkü Yunanistan ile sınırımızı(yaklaşık 200 kilometre) belirleyen Meriç’in sadece 12.5 kilometrelik bölümü bizim topraklarımızda kalıyor. O nedenle de
Önümüzdeki seçimin Başkanlık sistemine yönelik bir sürecin başlangıcı olacağı ortaya çıktı. Buna ülkedeki mevcut yönetim sisteminin değişmesine olanak verecek meclis aritmetiğini elde etme oylaması da diyebiliriz. Yani sandıktan çıkacak sonuca göre ülkenin kaderi de belirlenecek. O nedenle de meydanlarda, salonlarda, ekranlarda, her seçim öncesinde alışkın olduğumuz söylemlerden çok “Türk tipi” başkanlık sistemi için gerekli Anayasa değişikliği gündemde.
Yeni sistemi savunanlar diyor ki:
Yönetim karmaşasına son verir. Çünkü çok başlılık bir defa ayaklarımızı adeta prangaya vurmuş gibi süreci ağırlaştırıyor, hızlandırmıyor. Atılan bir çok adımı yargı engelliyor. Böyle memleket ve kurumlar yönetilmez. Çok daha seri ve kolay muassır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarız.
Buna karşı çıkanlar diyor ki:
Meclis temsili demokrasinin en önemli kurumudur. Demokraside kuvvetleri tek elde toplama değil, kurumlar arasında dağıtma esastır. Sözü edilen sistem parlamentoyu ve yargıyı başkanın emrine sokar. Yani denge-fren mekanizmasını oluşturan kuvvetler ayrılığı ilkesi yok olur. Bu da tek adamlığı hedefleyen bir sistemdir.
Bu durumda biz de diyoruz ki:
Neyin ne olduğunu ve