Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

TBMM’ye verilen Yassıada yargılamalarının yürürlükten kaldırılmasını amaçlayan kanun teklifi gerekçesindeki “Şeklen yargı kararı niteliği taşımakla birlikte, esasen millet iradesini kaba kuvvetle gasp eden gücün siyasi arzularının maskesi niteliğinde olan bu kararların hukuk âlemimizden silinmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini oluşturan millî egemenlik, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin gereği olarak tezahür etmekte ve ülkemiz hukuk tarihinin karanlık bir lekeden arındırılması adına zorunluluk arz etmektedir” vurgusu bile o günlerde yaşananları anlamak, anlatmak için yeterli. Özellikle de Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olduğunu, Türk milletinin vicdanında nasıl derin yaralar açtığını... Çünkü hem yargılama sürecindeki hukuksuzluklar, insanlık dışı davranışlar hem de sonrasında gelen idamlar ve diğer hapis cezaları kabul edilebilir değil. Çok hazin bir dönem, çok karanlık ve kötü günler. Gerçekten de hukuk âleminden silinmesi gereken kara lekeler... Allah bir daha böyle günler yaşatmasın. O yargılamaları Yassıada avukatlarından tek sağ kalan Hüsamettin Cindoruk anlatıyor:      

Haberin Devamı

“Davalar 1960’ın 15 Ekim’inde başladı galiba. Ondan bir hafta kadar önce Adnan Bey’in ve bakanların, Cumhurbaşkanı’nın avukatlarını Yassıada’ya götürdüler. Bizi bir hücumbota koydular. Benim hatırladığım Talat Asal, Burhan Apaydın, Orhan Cemal, Gültekin Başak vardı 6-7 avukat. Fırtınalı bir havada gittik oraya ve bizi garip bir, ne derler, pavyon gibi bir yerin önünde açıkta müvekkillerimizle konuşturmaya başladılar. Ben Refik Koraltan’la konuşuyordum; bir ara Adnan Bey hücresinden çıktı, ‘Benim avukatım gelmedi’ dedi. Avukatıyla konuşmak istiyor, çünkü hiçbir şey bilmiyor. O sırada adını tam vermeyeyim, çocukları falan mahcup olmasın, bahriye yüzbaşısı S. Adnan Bey’e bir tokat attı. ‘Ben sana açma demeden kapıyı açmayacaksın demedim mi!’ diye bağırdı ve Adnan Bey içeri gitti, herhalde içeride de dövdüler. Ve orada bir şey ortaya çıktı ki bunların neyle yargılandıkları, yargılanacaklarından hiçbir haberleri yok. İlk defa gün yüzüne çıkıyorlar. Nitekim mahkemenin birinci celsesinde Adnan Bey bunu söyledi. ‘İlk defa gün yüzüne çıkıyorum, onun için konuşma güçlüğü var, kusura bakmayın’ dedi. Hatta rekaket diye bir tabir var, kekeliyorum anlamına gelen bir kelime kullandı. ‘Sadece zabit beylerle konuşabildim’ dedi. Zabit dediği de muhafızları, o da şu; saat başı ya da iki saatte bir birbirlerine teslim ederken asteğmenler, teğmenler Adnan Bey’i uyandırıyorlar sağ olduğunu görerek yeni adama teslim ediyorlar. Uyuyamıyor da Adnan Bey, Allah rahmet eylesin, eziyete bak...

“Adnan Bey’i gözümün önünde tokatladılar”




Haberin Devamı

Orada Hem Bayar hem Adnan Bey intihara teşebbüs ettiler. Bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan... Bir meclis başkanı iki tane de başkan vekilleri idama mahkûm oldular, 300’e yakın milletvekili, memur müebbet ile en azı 4 sene 2 ay olmak üzere hapis cezaları aldılar. Orada yapılan işkenceler var, mesela Kemal Aygün’e. Çok çirkin şeyler, adamlar bunu anlatmaya başladılar. Nasıl anlatabiliyor, başında zabit var ama fırsat buldukça bir cümle iki cümle çakıyor sana. Ben Medeni Berk’i gördüğüm zaman şaşırdım, adam iğne iplik kalmış. Hasan Polatkan öyle. Yani üç ayda adamlar öyle zayıflamışlar ki... Daha acısı şu var; adamlara gazete vermiyorlar, radyo dinletmiyorlar. Kaçak radyo bulunduğu zaman, Bizans’tan kalma mahzenler var, adamı oraya koyuyorlar. Bilhassa Sıtkı Yırcalı’yı çok koymuşlar. Adamların hiçbir şeyden haberleri yoktu. Neyle yargılanıyorlar, kim yargılıyor bunları, suçlamaları ne? O bizim ilk gidişimizde herhalde hücrelerine gittiler, anlattılar, biraz bilgi sahibi oldular. Sadece mahkeme başlayacağı gün iddianameyi onlara tevdi ettiler. Yani savunma hazırlamaları falan da mümkün değil. Ki içlerinde çok iyi hukukçular vardı. Celal Yardımcı var mesela.

Haberin Devamı

Adanın etrafında donanma gemileri dolaşıyordu bunları kaçıracaklar diye. Ne gelen var ne giden var, tamamen tecrit halindeler. Birbirleriyle dahi temasları kesilmiş halde. Denizi görmesinler diye koğuşların camlarını da beyaza boyamışlar. Adamlar hiç olmazsa Marmara’yı görsünler yahu... Ada kumandanının avukatların bulunduğu yerin yakınında bir masası vardı. Üstünde telefonlar, yanında düdüğü, alarmı, bilmem nesi falan... oturup sanıkları ve bizi denetliyordu. Beğenmediği bir laf söylendiği zaman, bu başlıyor ‘Bilmem nesin i.., aşağılık p.......’ diye duyulacak şekilde küfrediyor, ‘Ben sana gösteririm’ diyor. Akşam beğenmediği savunma yapanı haşlıyor. Mesela Celal Yardımcı’nın avukatı Orhan Arsal vardı, mahkemenin ilk günü ‘Askeri tedbirleri biraz azaltın, kaldırın’ gibi bir konuşma yaptı. Ertesi gün mahkemeye Celal Yardımcı’nın ‘Avukatım Orhan Arsal’ı azlettim’ yazısı geldi. Celal Yardımcı’yı sopalamışlar, o da Orhan Arsal’ı azletti. Orhan Arsal daha sonra da bir daha duruşmalara giremedi...

“Adnan Bey’i gözümün önünde tokatladılar”



Öyle bir hava vermişler ki mahkeme heyeti salona girmeden evvel bir havacı yüzbaşı, asker adımlarla geliyor, dikkat çekiyor, hepimiz ayağa kalkıyoruz. Yüksek mahkeme heyeti salona teşrif ediyor diye... Başta Salim Başol, arkasında 9 tane eşek, cübbelerinin eteklerini toplayarak gelip oturuyorlar, bize oturun diyorlar, ondan sonra sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak huzura alındılar diye duruşmayı açıyor. Tam bir terör, inanılır gibi değil! Şimdiki yaşımda olsam ben dayanamazdım açıkçası. O zaman 27 yaşındayım dayandım vallahi insanın asabı bozuluyor kaldı ki o zaman da beş altı senelik avukatım, normal mahkemelere girip çıkmışım falan... Bu Salim Başol’un da mahkemesine çok girdim. Yargıtay’da ceza dairesi başkanıydı, sert bir hâkimdi ama normal bizim gibi bir adamdı açıkçası. Bizim hep yapmak istediğimiz şu olmuştur; o havayı aşalım, bunları kurtaralım çünkü ilk gün duruşmada gözüktü ki bu mahkemeler İhtilal Mahkemesi. Hele Orhan Arsal azledildikten sonra ortaya çıktı ki asacaklar bu adamları. Onun için ben dedim ki kararlar sumenin altındaysa, bizi de üzmeyin, siz de üzülmeyin, çıkarın okuyun bunları... O yüzden de 2 ay hapis yattım.

Bunlar namuslu adamlardı, haksız iktisap dosyalarından hiçbirinden bunlar mahkûm olmadılar. Mal beyanına çağırdılar hepsini, bir heyet kurdular, adamları mahkûm etmeye uğraştılar ama hepsi dürüst adamlardı. Mesela ben Tevfik Abi’nin (İleri) avukatıydım. 10 sene evvel bakanlık yapmış, Bayındırlık Bakanlığı dâhil. Sıhhiye’de bir kiralık yerde oturuyordu. Hiç malı mülkü yoktu. Hayrettin Erkmen’in falan kooperatif evlerinden başka bir şeyleri yoktu. Onun için, o davaları getirmediler, dava açacaklar bunlara hırsız diyeceklerdi, bulamadılar bir şey. Sonra İnönü başbakan olunca, bir kanunla o dosyaların hepsini kaldırdı. Yani bunların gasp edilmiş malları, davaları da filan yok. Hepsi kaldırılmıştır. Adamların kaçak bir şeyleri yok ki zaten eğer hırsızlıklarını, yolsuzluklarını falan ortaya koysalardı, hepsini asarlardı. Yaptıkları yanlışlar vardı, işte söylüyoruz, Tahkikat Komisyonu, şu bu ama öteki taraftan düzgün, yurtsever insanlardı. Ben hep şunu söylüyorum; 27 Mayıs’a evet baskı vardı vesaire diyebilirsin ama 28 Mayıs’a evet diyemezsin. Ne diyor adam: Kovulduk, sövüldük, dövüldük. Ne hakkın var? Atatürk’ün başbakanı bir tanesi. Adnan Bey’in bir de özel tarafı var; yedek subay İstiklal Madalyası sahibi. Gönüllü yedek subay, İstiklal Savaşı’na katılmış. Oradaki sanıkların çoğunun İstiklal Madalyası var yaşları itibarıyla. Milli Mücadele’nin kahramanları var içlerinde...