Tunca BENGİNDevlete, üniversitelere düşen görevi, yüksek mimar
Aydın Boysan yapmış. Herkes havanda su döverken o 'Deprem üzerine düşünceler' adlı 32 sayfalık bir kitapçık hazırlamış. İçinde Prof.
Remzi Ülker ile Prof.
Müfit Yorulmaz ile kendi görüşleri yer alıyor. Ve suçluları tek tek sıralıyor. İşte bazı satırbaşları:
"Planlama bilgi ve vicdanından, yapı projesi bilgi ve ahlakından kopmuş, üstelik yarısı kaçak yapılarla yüklenmiş şehirlerimiz, başta çirkin politikacıların, sonra köşe dönme aşkına tutulmuş toplumumuzun eseridir,
Yıkımların ciddi bir bölümü metelikçi mal sahiplerinin, hiçbir ehliyet tahkiki yapmadan ucuz proje yaptırma hırsından kaynaklanmıştır,
Yüzyıllardır deprem görmeyen yabancı ülkelerden ithal edilen projeler bedava diye kapışılmıştır,
Plan konusunda karar vermek, belediye meclislerinde bulunan, disiplinin uzağındaki, yandan çarklı kişilerin marifeti olamaz."
Boysan, kitapçığın sonuç bölümünde de moda cümleyi yineliyor:
"Depremle Yaşamaya Alışmalıyız. Alışmalıyız da nasıl? Sigaraya alışır gibi mi?"
Tabii, ardından da yapılması gerekenleri sıralıyor:
"Başta hastaneler, okullar olmak üzere bütün çürük yapıları güçlendirmek, Bölge ve İmar Planları düzenleme yetkilerini yerel yönetimlerden almak, hiçbir bakanlığa vermemek, bağımsız bir örgüt kurmak. İstisnasız bütün plan kararlarında, politikacı ve gizli - açık çıkarcıları uzaklaştıracak önlemleri almak."
Yapmazsak ne olur? Hepimiz biliyoruz, söylemeye gerek var mı?..
Devletin itirafı
Türkiye'nin sorunu bitmez. Çünkü bugün konuşulan, yarın unutuluyor. Çözüm öngören resmi protokoller dahi
rafa kaldırılıyor. Bakanlık arşivleri böyle projelerle dolu. Yazıktır, ayıptır. Devlet görevi devamlılık ister, vatandaşa hizmetin politikası olmaz. Hele sağlıkta hiçten olmaz.
Hayat Kurtaran Oda olarak anılan Hiperbarik Tedavi Ünitesi'nin yararlarını geçen gün yazdık. Ezilme ve kemik iltihapları tedavisinde yüzde 95'lere varan netice alınıyordu. Yani depremzede ve trafik kurbanları için kaçınılmazdı. 'Olsaydı, kangren riski nedeniyle birçok insanın kolu bacağı kesilmeyecekti' dedik. Ama yoktu...
Altı üstü 200 milyar liralık bir cihaz. Tek neden para mı? Değil elbet. Vurdumduymazlık, sorumsuzluk daha önde geliyor. Çünkü, 11 Eylül 1988 tarihli Yüksek Sağlık Şurası'nda konu gündeme gelmiş, kimlerin, nerede ve nasıl yapacağı kararlaştırılmış. Ancak, tümü lafta kalmış... Kim mi söylüyor? Sağlık Bakanı
Osman Durmuş... Basınç Odası'nın önemini vurgulayan Bakan Bey, şöyle diyor:
"Yeterli sayıda uzman hekim olmadığından hastanelerimizde Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezleri açılamamaktadır. Bu nedenle 2000'li yıllarda bu sorunun çözümlenmesi için kadrosu Sağlık Bakanlığı'nda kalmak üzere 4 hekimin Deniz ve Sualtı Hekimliği dalında ihtisas yapmak üzere üniversitelerde görevlendirilmesi planlanmaktadır. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bu tedaviyi uygulayacak sağlık kuruluşlarının açılış, işleyiş ve denetimleri ile ilgili mevzuat çalışmalarını başlattım ve titizlikle takip etmekteyim."
Yolları ışıklandırın
Trafik kazasında ölüm riski, depremden daha fazla. Özellikle İstanbul'da... Çünkü; binalar gibi yolların standardı da berbat. Işıklandırma rezalet, işaretleme yetersiz. TEM'de kazasız gün geçmiyor. Hele yağmur yağdı mı ve de gece ise yandı gülüm keten helva.
Uluslararası standardıyla (!) övündüğümüz yolun büyük bölümünde lambalar yanmıyor. Bağlantı yollarında zaten yok. Örneğin; Hal - Gaziosmanpaşa, Ümraniye - Bağlarbaşı güzergahları. Sonra her iki yöndeki sol şeritlerde su birikintileri oluşuyor. Belirli aralıklarla yenilenmediği için de
çizgiler görünmüyor. TIR, kamyon, otobüslerin kompleksleri de cabası. Mübarek yol değil,
bubi tuzağı. Gel de kaza yapma. 18 Kasım Perşembe; işte böyle bir geceydi. Ama ses çıkaran yok. Varsa yoksa
deprem... Gerisi hikaye...
Yazara E-Posta: tbengin@milliyet.com.tr