Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Siyasetin farklı tanımları var. Bir tanıma göre siyaset, insanlığa, insanlara hizmet için yapılır. Başka bir tanıma göre ise iktidarı ele geçirmek için yapılan her türlü faaliyeti kapsar. Ya da siyaset bir yönetme sanatı ve bilimidir. Onun için de sorun değil, çözüm üretme odaklıdır. Tabi bunların hepsi yapanın kişiliği ve niyetiyle doğrudan bağlantılı olmak kaydıyla. Zira siyaset bir çatışma çözme ya da uzlaşma sanatı olarak görülse de uygulayıcının hareketleriyle bir anda kirlenebilir ve daha da olumsuz sonuçlar doğurabilir. Aynen bugün Almanya’da başlayan, diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan ve Hollanda’da zirve yapan gelişmelerde olduğu gibi...

Haberin Devamı

Aslında bu yaşananlara Avrupa’nın özellikle de Hollanda’nın akıl tutulması da denilebilir. Çünkü iki gün sonraki (15 Mart) seçimlere dönük hesaplar içinde olan Hollandalı siyasiler ancak savaş durumunda olabilecek, ki o halde bile bazı ayrıcalıklar söz konusuyken aldıkları karar ve tavırlarıyla uluslararası bir skandala ve utanca imza attılar. Ve bir taraftan ifade özgürlüğü demokrasi gibi nutuklar atarken, diğer taraftan Türk bakanların Hollanda’ya, dahası Türk toprakları sayılan elçilik binasına girişini bile engellediler. Yani seçimlerde oy alabilmek için popülist yaklaşımlarla tribünlere dönük hamle yaptılar. Dolayısıyla da Türkiye ile Hollanda arasında XVI. yüzyıla kadar uzanan ilişkilerin altına dinamit koydular. Bu bağlamda son 48 saattir yaşananlar ortada. Kendini bilmez Hollandalı politikacıların bu ırkçı söylem ve tavırları yüzünden NATO üyesi iki ülke hasmane tutum içine girmiş durumda. Üstelik nerede, nasıl sonlanacağı da meçhul. Maalesef aynısı yine seçim arifesindeki Fransa ve Almanya için de geçerli...

Özetle; sandığın gündeme geldiği yer ifade ve düşünce özgürlüğü üzerine ahkam kesen ya da demokrasinin beşiği denilen Avrupa olsa dahi “iktidar olma hastalığının” belirtileri değişmiyor...

‘Ailenin yerini cemaatler aldı’

15 Temmuz’da Genelkurmay karargâhında yaşananlara yönelik hazırlanan “çatı iddianame”de sadece “o gece”ye dönük detaylar, deliller değil, FETÖ’nün bu kadar güçlenmesine yol açan zaaflar ve bundan çıkarılması gereken dersler de var. Hem devleti yönetenler hem de aileler açısından. Çünkü FETÖ’nün TSK’ya nasıl girdiği, nasıl geliştiğinin aşama aşama anlatıldığı iddianamenin giriş bölümünde sorunun temelinde eskiye oranla zayıflayan aile ve akrabalık ilişkilerinin var olduğuna da dikkat çekilerek şöyle deniliyor:

Haberin Devamı

“Türkiye’de cemaatler, tutunacak dal arayan insanlar için bir tür sığınak işlevi görmektedir. Güven, insanın en temel gereksinimlerinden birisidir. Her insan, her zaman, kendisini güven içinde hissedeceği bir ortamda olmak ister. Akrabalık ilişkilerinin zayıflamasıyla oluşan güven boşluğu devlet tarafından da doldurulamayınca, bu işe cemaatler sahip çıkmıştır.

FETÖ, hızlı sosyo-kültürel değişimin de etkisiyle, aile kurumunun çekirdek aileye dönüşmesi ve akrabalık ilişkilerinin eskisi kadar güçlü olmaması yüzünden ortaya çıkan boşluğu doldurmaya talip olmuştur. Ailesinden ve akrabalarından yeterli ilgiyi göremeyen veya görmediğini düşünen, sağlıklı bir aidiyet duygusu geliştiremeyen insanlar, bu eksiklikleri cemaat içinde bulmaya çalışmışlar, FETÖ de bu durumu kendi lehine kullanmasını iyi bilmiştir.”

Haberin Devamı

Tuzağa düşen çocuk ile abi/ablalar arasındaki ilişkinin “Abi, adeta evlenmeden çocuk sahibi olmuş, bu öğrenci de buluğ çağına

girdiği ve ailesiyle yerinde çatıştığı bir dönemde kendisine kucak açan, dersleri, dertleriyle ilgilenen yeni bir aile bulmuştur” diye tanımlandığı iddianamede “anne-babalara” yönelik kandırma yöntemleri de şöyle vurgulanıyor:

“Abilere gelip/gitmeye başlayan bir öğrencinin ailesine özellikle anne ve babasına sonra da varsa kardeşlerine hitabı, onlarla iletişimi, bakış ve davranışları müspet manada değişmesi gerekir. Ailesiyle kavgalı durumu, bu öğrencinin abinin yanına gitmesine engeldir. Bunu bilen abi, söylemde anne ve babaya itaati ısrarla anlatır, oysa gerçekte ailesine hürmet ve saygıyı artırıyormuş görünse de zamanla aileden kopma, onlardan uzaklaşma gerçekleşmektedir. Çünkü Fetullah Gülen’i ve Örgütü sevme, anne-babayı hatta tamamen aileyi sevmenin ötesine geçmezse, bu kişi 5-5’lik mertebesine gelmemiş demektir. Anne ve babasını Fetullah Gülen’e değişritmeyen hiçbir Örgüt mensubu ‘Mahrem Hizmetler’ sınıfına giremez.”

Yani dememiz o ki; FETÖ ya da birtakım cemaatlerin devlet kurumlarında nasıl yuvalandığını sorgularken öncelikle anne - babaların da çocuklarıyla ilişkilerine önem vermeleri ve onları birilerine “emanet” ederken bir değil, çok kere düşünmelerinde yarar var...