Çok önemli bir üç puan daha kasaya koyuldu. Bundan sonra özellikte ligdeki maçların stratejik olduğu bir sürece girildi. Dengeli, sonuca giden ortalama bir futbol Fenerbahçe için yeterli olacaktır.
Bu süreçte ön plana çıkan eksikleri konuşmak gerekiyor.
İlk yarının son dakikalarında bir pozisyonda Alper Potuk orta alanda aldığı topla peşine Meireles'i takıp Fenerbahçe kalesine kadar kat edip şut çekti.
İşte bu pozisyon Fenerbahçe'nin savunmadaki en önemli sorununu ortaya koydu. Aykut Hoca'nın Alper'in ileri doğru yaptığı bu kat edişini futbolcularına defalarca izlettirmesi gerekiyor.
Fenerbahçe savunması rakibe müdahale etmek yerine hep ona nezaret etmeyi tercih ediyor. Rakip Eskişehirspor, Lazio fark etmiyor; hep aynı şey var.
Lazio'nun golünde de benzer şey vardı. Ziegler, rakip oyuncuyla arasında rahatça orta yapacak kadar mesafe bırakmıştı. Gol vuruşu yapan oyuncu da topun gelmesini bekliyordu, Kuyt durumu fark ettiğinde çok geç kalmıştı.
Eskişehirspor'un kaleyi bulan şut sayısı altıydı. Beşi de dışarı çıktı. Erkan Zengin, Alper Potuk, Kamara çok uygun ve rahat pozisyonlar buldular şut için ve bunlardan biri kale direğinde patlarken, diğerleri Volkan'ın
Galatasaray ilk yarı 3-1 kaybettiği maçın rövanşında neredeyse maç boyu hiç zorlanmadan üç puanı cebine koydu, İstanbul'a dönüyor.
Karabükspor, ligde sırasıyla Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor'u aynı skorla yenmesi sezonun en ilginç serilerindendi ve hem takımı, hem teknik direktör Mesut Bakkal'ı, hem de takımın kıvrak oyuncusu Lua Lua'yı bir anda vitrine çıkarıvermişti.
Fakat Karabükspor için bütün sezon da işte bu üç karşılaşmadan ibaret kaldı. Kuşkusuz bu galibiyetler tesadüf denilemeyecek kadar futbola ait doğruları içinde barındırıyordu. Ancak sonrasında Mesut Bakkal takımı taşıyacak istikrarı gösteremedi.
Örneğin dün Gökhan Ünal ve İlhan Parlak tercihi kelimenin tam anlamıyla fiyaskoydu; 72 dakika izledi bu durumu. Günümüz futbolu adına bu tip forvetlerin etkinliğini kaybettiğini görüyoruz. İkisi birden takımı sayısal olarak on kişi oynattı, zaman zaman belki bir eksik daha...
Lua Lua havaya girmiş. Yumuşak bileğinin avantajını göstereceğim derken sirk cambazına dönüştü. Evet, alkışlanacak hareketler yaptı ancak takım oyununda yoktu. Quaresma da böyle oynuyordu. Bu tip futbolcular topu ayaklarına aldıklarında önce arkadaşlarını hipnotize ediyor.
Galatasaray
Böyle maçları oynamak futbolcu açısından çok zordur. İlk maçın skorunun yarattığı “turun geçildiği duygusu” ister istemez rövanş karşılaşmasını taşıması kolay olmayan bir yük haline getirir. Maçı bir an önce bu şekilde tamamlayarak yarı finale ulaşma arzusu oyuncuların gerçek potansiyellerini göstermesini de engeller.
İşte böyle bir maç oynadı Fenerbahçe Lazio karşısında...
Lazio ile ilgili düşüncelerimiz ilk maçta şekillenmişti. Gerçek anlamda futbolun karanlık ve çirkin yüzünün bir temsilcisiydiler. Dün turu isteyen, baskılı oyun anlayışlarının aralarına yerleştirilen kasıtlı sertlik içeren taktiksel kurguları oyuncularımızın sakatlanmalarına varacak bir sonuca dönüşebilirdi.
Çek hakemin, geçen haftaki İskoç hakeme oranlara çok daha toleranslı olması Lazio’nun iştahını biraz daha kabarttı.
Bu da Fenerbahçe’nin psikolojik baskı altında oynadığı karşılamada tutukluğuna bir neden olarak eklenmiş oldu.
Lazio’nun golü öncesinde kurduğu baskı tahammül edilmesi zor türdendi. Sol kanadımızda bir türlü kapatamadığımız boşluktan gelen peş peşe ortaların sonuncusunu kalemizde görüverdik.
Bu gol ile birlikte Fenerbahçe bilindik, alışıldık, sezon başından beri büyük bir
Bu karşılaşmadan iki teknik direktörün de çıkarması gereken dersleri var.
Önce Mourinho'dan başlayalım...
Bu çeyrek final maçını oynamasının en önemli nedenlerinden biri Cüneyt Çakır'ın yanlış değerlendirmesi sonucu Manchester United'lı oyuncuyu saha dışına atmasıydı. Aslında kaybedilmiş bir tur maçıydı on dakika içinde bir anda avuçlarının içine bırakılıverdi.
Real Madrid rakibi Barcelona'dan çok farklı bir karakterle futbol oynuyor ve bunu teknik direktörü Mourinho sağlıyor.
La Liga'daki pozisyonu aslında her şeyi çok iyi özetleyen ve anlatan bir durum.
Mourinho işini önemsediğinde ve bunu da futbolcularına hissettirebildiğinde bambaşka bir takım oluveriyor; özellikle büyük takımlara karşı bu özelliğini gösteriyor.
Ama asla bir standarttan söz edemiyoruz.
Maçın hemen başında gelen golle ilk karşılaşmadaki sonucu rahat yakalayacağına inanan bir Real Madrid vardı. Çünkü Mourinho böyle olacağına inanıyordu. Galatasaray'ın iki penaltısının verilmediğini çoktan unutmuş gibiydi.
Salih’in her maç üzerine koyarak oynayan futbolculuğunu izlerken ister istemez Fenerbahçe’nin ligin başından bu yana geldiği, olgunlaşan, oturan futbolu arasında bir benzerlik kurmadan edemiyor insan.
Orduspor’un agresif, ısıran ve maçı kazanmayı arzulayan başlangıcı karşında kısa sürede reaksiyon veren, önce rakibin oyununu kontrol altına alan sonra da içinden geçtiği yoğun maç temposuna ve buna bağlı rotasyona uygun şekildeki sakin futbolu şu an ligimiz özelinde dğerlendirildiğinde çok farklı bir yer duruyor.
Bu haliyle Fenerbahçe sadece kendisinin ne oynadığını değil, rakibininkini de belirliyor, düzenliyor.
Rakibin isteyen, arzulayan, yenmeyi düşünen o başlangıçtaki senaryosunun nasıl kısa sürede Fenerbahçe’nin planlarına uygun şekle dönüştüğünü görmemiz bakımından örnek bir karşılaşmaydı bu.
Üstelik takım tam ve bütün bir organizma gibi birlikte hareket edebiliyor, düşünüyordu.
Kısa sürede de istediğini alıp, ondan sonrası için yine aktif dinlenmeye geçiyordu.
Sezonun başı ile şu andaki durum arasındaki farkı iyi görmek gerekiyor.
Eksikler, yapılamayanlar yok mu?
Üç büyük kulübü de sezon başından beri çok yakından takip ediyorum. Her maçı kendi özelinde değerlendirirken, merkezde yaşanan genel sorunları göz ardı etmemeye de gayret gösteriyorum.
Galatasaray'ın sezonun daha başından beri yaşadığı temel sorunun takım kurgusu, taktiksel oyundan uzaklaşma olduğunu burada sürekli konuştuk, tartıştık. Özellikle Sneijder ve Drogba'nın gelişiyle birlikte Fatih Terim'in bu iki transferi oynatacağı bir sisteminin olmadığını, hazırlıksız yakalandığını da...
Madrid'te yaşanan sıkıntının temelinde de bu özel durum vardı.
Yıldızlara dayalı oyun yapısının getirdiği sıkıntı...
Galatasaray, elbette oynuyor, pozisyona giriyor, goller atıyor, hatta zaman zaman rakibini sahadan siliyor, dünkü maçın ikinci yarısında olduğu gibi ancak bütün bunların geri planında taktiksel bir oyun anlayışı olduğunu söylememiz çok zor.
Rakibi hataya zorlamak eğer bir taktikse evet bir sistemden söz edebiliriz ancak bu düşme hattındaki takımlara karşı yakalanabilecek, üst seviyedeki eşleşmelerde tam tersine dönebilecek bir şeydir.
Fatih Terim gibi üst düzey seviyedeki bir teknik direktör de hiç kuşkusuz bunun farkında ve agresifliğinin perde arkasında bu sıkıntı,
Fenerbahçe en başından beri Avrupa'da, Kupa'da çok farklı bir takım görüntüsüne bürünüyor.
Lider çıktığı grup Şampiyonlar Ligi ayarındaydı; orada rakiplerine futboluyla üstünlük kurdu, başladığı şekilde de devam ediyor.
Evet, sezon başında çok önemli sorunlar atlattı, takım kurgusunu oturtması zaman aldı, inişleri çıkışları oldu; ancak takımın bu seviyeye gelişi sürpriz değildir.
Aykut Kocaman'ın ne yapmak istediğini bilen, anlayanlar için beklenen, normal bir sonuçtur.
Fenerbahçe bize net olarak şunu gösterdi, bu Lazio'dan çok daha güçlü, donanımlı, taktiksel kurguya sahip bir takım.
Biraz Lazio'dan konuşmak gerekiyor. Son yıllarda izlediğimiz en kirli ve çirkin futbolu oynuyorlar. Bütün ikili mücadelelerde oyuncularımıza arkadan kasıtlı ve bilinçli fauller yaptılar. Laziolu oyuncuların ayakları hep baş seviyelerindeydi. Devre biterken ceza sahası içinde Sow'a yapılan hareketi göremedi hakem, oysa çift vuruşluk bir seviyeye kalkmıştı o ayak.
İlk yarı boyunca İskoç hakem sadece uyarmakla geçiştirdi bu pozisyonları. Ancak ikinci yarı beklenen kartlar peş peşe Laziolu oyunculara gösterilmeye başlanınca önce bu kirli oyun planları bozuldu, hataya yapmaya zorlandılar,
Dün akşam televizyonda bir spor programına denk geldim. Tam da denk geldim denemez, gün içinde bilgisini almıştım, biraz da meraktan açtım izledim.
Çok detayına girmeyeceğim. Programı kim yapıyor, içinde hangi konuklar var, önemli değil. Zaten meselenin özünde de bu var, konuğun, kişilerin önemi yok, mesele yapılan eylem, fiil!
Programı izlerken Hıncal Uluç geldi aklıma.
Birçok kişinin “yine mi Hıncal Uluç?” dediğini duyar gibiyim. Sabredin, Hıncal Uluç’la ilgili bir yazı değil bu.
Hıncal Uluç’u dinleyerek, izleyerek, biraz da ona karşı olarak büyüdük, diyebiliriz. Hakkını teslim etmek gerekiyor, çünkü karşıtlarına sahip olmak da önemli bir şeydir.
Hıncal Uluç’u okurken, dinlerken, izlerken yıllar içinde bir özelliğini fark etmiştim. Hep aynı şeyleri söylüyordu. Tekrar tekrar hep aynı çerçevenin içinde dolanıyordu.
Örneğin ligin 33. haftasında Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynanacak ya, on sene önce benzer bir derbi öncesinde ne demiş bakın, aynı fikir çerçevesinde benzer şeyleri yine tekrarlayacaktır.
Maç öncesinde Galatasaray en az “6-0 yenilmeyi hak edecek kadar sorunludur” böyle bir beklentisi vardır, maç sonunda da “sen bu Fenerbahçe’yi nasıl yenemezsin?” olur.